Ali Ekber PEKŞEN

20 000 000 (yirmi milyon) öğrencinin fiilen içinde olduğu bir eğitim öğretim yılının daha sonuna geldik. Mevcut eğitim öğretim faaliyetlerinin merkezinde öğretmen vardır. Öğretmen, mevcut müfredat doğrultusunda “bilindiği” ve “hakikat” olduğundan kuşku duyulmayan ve bilindiği şekliyle öğrencilerce de öğrenilmesi istenen durumun ya da durumların planlanmasından ve sınıfta aktarımından birinci derecede sorumludur. Okullarımızdaki eğitim ortamlarında, bu anlayışa göre gerçekleşen bir işleyiş mevcuttur. Bu verili durum, öğretmeni bilginin otoritesi, anlatanı olmasıyla memur etmenin yanı sıra, aynı zamanda kimin neyi ne kadar öğrendiğini de kontrol eden bir denetim görevine mecbur etmiştir.

Bu işleyişte, anlatılacak ya da “öğretilecek” bilgilerin, merkezi sistem tarafından değiştirilmediği sürece doğruluğu, değişmezliği tartışmaya açık değildir. Bu merkezci tutum nedeniyle öğretmen, bu bilginin olduğu gibi sunulmasına memur edilmiş, statik bir işleyişin temsilcisidir. Öğrencinin öğretmen tarafından aktarılanı öğrenmekle sorumlu olduğu bu işleyiş, ezber mantığıyla bilgilerin belli bir zaman dilimi için bellekte kodlanmasını ve bilginin gerekli olduğu yerde, olduğu gibi tekrarını getirmektedir.

Öğretmenin mutlak otorite ve belirleyen olduğu bu faaliyetler zincirinde, sınıfta paylaşılan bilgiler öğretmenin mülkü, malı konumundadır ve onun koruması altındadır. Herhangi bir durum, olay, olgu ya da yaşanmışlık tartışılırken, mülkün sahibi en iyi nasıl yapılması gerektiğini bilen, ortama dair en doğru kararı verendir. Öğretmen işin öznesi, öğrenciler de nesne konumundadırlar. Öğrenci öğretmeni, her şeyin hâkimi, bileni, en doğrucusu olarak algılamakta ve bu anlayış tarafından kabul görmeyi beklemektedir. Kabulün esası da, sınav endeksli işleyişte sınıf geçmeye ve üst okullara kayıt olmaya yarayan sınavlarda en iyi sonuca ulaşmaktır. Ezbere dayanan ve sınav merkezli işleyen sistem, öğrenciyi bu çıkmaza mecbur etmiştir.

Bu işleyiş insanımızı ve toplumu kısır bir döngüye, sistemi evrensel hukuktan nasiplenmeyen işleyişe hapsetti ve olması gereken refah seviyesine taşıyamadı. Hukuksuzluk cenderesinde çırpınan, işsizliğin ve gelecek endişesinin had safhalara ulaştığı, gelir dağılımı adaletsizliğinin tavan yaptığı, liyakatsizliğin kol gezdiği siyasi işleyişin belirsizliğine ulaştırdı. Bu anlayış, değişmez doğruları nedeniyle kendini tekrar eden, tekrarlarının temel ögeleri kutsallar olan ve günden güne otoriterleşen yönetsel yapıyı hâkim kıldı. 

Oysa, hiç kimsenin bir diğerine ders vermesine gerek olmaksızın yürütülecek eğitim öğretim faaliyetleriyle anlamlı ve kalıcı öğrenmeler gerçekleştirilebilir. Evrenin, dünyanın, var olan hayatın ve mevcut olan bitenlerin anlaşılması, öğrenilmesi ve dahası gelecekle ilgili kestirimlerde bulunulabilmesi ile ilgili faaliyetler zinciri şeklinde örgütlenecek bir organizasyonla bireyler; şeylerin, olayların, olgular ve durumların idrak edilmesiyle ilgili kalıcı ve anlamlı bilgiler edinebilir ve öğrenilenlerin günlük hayat uygulamalarında kullanılmasında, bilinçli ve kararlı davranabilir, birey olarak kararlarını bilinçli şekilde verebilir.

Bu işleyişte öğretmen anlatan değildir. Malzemeyi sunan, sunulan malzeme hakkında öğrencilerin düşünmesini, konuşmasını, akıl yürütmesini ve fikir üretmesini sağlamak üzere kendi düşüncesini ifade edendir. Malzemeyle ilgili öğrencilerin dile getirdiği düşünceler ve akıl yürütmeler, eksik, doğru, yanlış, hatalı, asla olmaz, …. gibi kavramlarla adlandırılmaz. Farklı görüş, düşünce ve fikirler ifade edilebilir.

Öğretmen dahil etkinliğe katılan herkes, bu organizasyonda kendi düşüncelerini değerlendirmeye tabi tutar. Başlangıç bilgileriyle, gelinen nokta arasındaki farklılıklarını bellekte kayda alır, kendi muhasebesini yapar. Ulaştığı sonuçlarla ilgili düşünce ve duygularını sözle ve yazıyla paylaşabilir. Bu paylaşımları nedeniyle sorgulanmaz. Başkalarının düşüncelerini eleştirebilir, düşünceleri nedeniyle eleştirilebilir. Düşüncelerin eleştirilmesinin, kişiliğe yönelik olmadığını fark eder.

Dünyayı değiştirmek, dünyaya meydan okumaktır. Mevcuda karşı radikal dönüşümler istemektir. Dünyayı değiştirmek isteyenlerin, kendileriyle işe başlamaları gerekir. Bunun ilk ve temel şartı da, bireyin kendisini kavramasıdır. Bunun için etrafında olan bitenlerle ilgili birikiminin farkına varması ve başkalarının konuya dair kapasitelerini keşfetmesi gerekir.  İnsan yalıtılmış, soyut, dünyadan ve olaylardan bağımsız olarak var olan bir varlık değildir. Dünya da, insanlardan ayrı bir varlık değildir. İnsanın bilinci, dünyada olan bitenlerle bir arada bulunur.

Bilinç sayesinde insan kendisi ve dünyayla ilgili düşünür. Fikir üretir. Hipotezler geliştirir. Bilinç düzeyine çıkan ögeler sayesinde birey dünyaya meydan okuyabilir. Bunun için kavrama düzeyi önemlidir. Anlama, idrak, anlamın yerli yerine oturtulmasıyla kavramlarda yerli yerine oturur ve birey düşünme süreçlerinde rasyonel davranır. Bu bilinç düzeyinin gerçekleşmesi, öğrenenlerin merkezde olduğu, görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edildiği ve herhangi bir ölçme ve not sistemine dahil olmadığı, araştırma, deney, okuma, fikir tartışmaları, dayanışma, paylaşma ve düşünerek öğrenmenin esas olduğu eğitim ortamlarıyla mümkündür.

Düşünme, eylemden ayrılmaz. Çünkü düşünme edimi eylemseldir. Yani amaca yöneliktir.

Günün hemen her anında yaşananlar ve olan bitenlerle ilgili karar alma süreçlerinde bireyin bir değer ve yaratıcı özelliklerinin olduğu dikkate alınmalı ve eğitim öğretim etkinlikleri, bireyin merkez olduğu anlayışla düzenlenmeli, öğretmeni sınırlayan, sürekli kontrol eden uygulamalardan vazgeçilmelidir. Sistemin, öğrenci merkezli düzenlenmediği işleyişte sisteme yabancılaşma başlar.

İnsanı kendisiyle ilgili kararların alınmasına yabancılaştırmak, onları nesnelere dönüştürmektir