Eskiden bir kuzu kaybolsa, sahibi bir yıl boyunca dağ bayır dolaşır, izini sürerdi. O kuzunun canı, sahibinin canıydı. Kaybolmak, yalnızca yitip gitmek değildi; bir parçanın eksilmesiydi. Çünkü her canın bir değeri, her kaybın bir karşılığı vardı. Şimdi ne değişti?

Bugün park köşelerinde, caddelerin karanlık kıyılarında kayıp çocuklarımız var. Kızlarımız gece geç saatlerde hâlâ dönmemişken, bazı anne babalar hâlâ ekrana, telefona, “belki gelir” umuduyla sokağa bakıyor. Ama çoğu zaman ne bir ses, ne bir haber...

Eskiden mahalle kültürü vardı; herkes herkesin çocuğuna sahip çıkardı. Sokakta başıboş gezen bir genç kız görülse, herkes bilir, ilgilenirdi. Komşu teyze seslenir, bakkal amca göz kulak olurdu. Mahalleli olmak, aynı çatı altında olmak gibiydi. Gençler büyüklerine karşı edepli, saygılıydı. El öpmek sadece bayramda değil, günlük bir selamlaşmaydı. Bir kız çocuğu sokakta sessizce yürüdüğünde bile gözle korunurdu.

Şimdi apartman boşluklarında yankılanan yalnızlıklar var. Oysa biz kuzularımızı kaybettiğimizde ağlayan, arayan bir millettik. Şimdi evlat kayboluyor, ama kimse ses çıkarmıyor. Çünkü artık gençler yalnız, ama aynı zamanda başıboş. Sahipsizler ama sahiplenilmeyi de kabul etmiyorlar. Eskiden büyüklerin sözü emir sayılırdı, şimdi "karışmayın hayatıma" deniliyor.

Acaba biz mi duyarsızlaştık? Yoksa her kaybın, her başıboşluğun sıradanlaştığı bir zamana mı uyandık? Eskiden genç bir kız evden geç kalsa mahalle ayağa kalkardı; şimdi aynı kız sabaha kadar dönmese bile kimse sormuyor, soramıyor. Çünkü ya ilgisizlikten ya da "saygısızlık" korkusundan.

O çocuklar bizim çocuklarımız değil mi? O kız, o sokakta ağlayan, başı önde yürüyen genç, bizim bir zamanlar "geleceğimiz" dediğimiz evlatlar değil mi? Ama ne o genç, eskisi kadar saygılı; ne de biz, eskisi kadar sahip çıkanız. Aradaki bağlar zayıfladı, söz dinlemenin yerini özgürlük, edebin yerini ekran kültürü aldı. Sevgi yerini sosyal medyada beğeniye, ilgi yerini izlenmeye bıraktı.

Bir kuzu için seferber olan yürek, bir çocuk için niye susar?

Bu köşe bir çağrıdır. Anne babalara, öğretmenlere, komşulara, mahalle esnafına... Dönüp bir bakalım çevremize. Bir çocuğun yalnız yürüyüşüne, bir genç kızın ürkek bakışına dikkat kesilelim. Belki bir sessizlik feryattır. Belki bir bakış, "beni bul" diyor.

Çocuklar kaybolmasın. Kızlarımız, gençlerimiz bu toplumda yalnız kalmasın. Çünkü bir çocuk kaybolduğunda, aslında bizden bir parça kayboluyor. Ve o parça, sadece bir birey değil; saygı, sevgi, sahiplenme gibi insani değerlerin ta kendisidir.

Unutmayalım: Eskiden bir kuzu için ağlayan bizler, şimdi evlatlarımız için sessiz kalırsak, geleceği tamamen yitiririz. Ve belki de en acısı: O çocuklar kaybolmadan önce biz, içimizdeki insanlığı kaybettik.