Kavalından Çıkan Sesle Bütünleşen Kavalcı:HAFIZ ZÜLFİ YOKUŞ(1)

Müslüm Üzülmez

19-03-2020 19:35

Çocukluğumda yazları damda yatardık. Geceleyin yataklarımıza uzandığımızda gökyüzünde yıldızları, Maden yolundan gelip geçen arabaların farlarından yayılan ışık demetlerini, istasyondan geçen tren ve katarların ışıklarını merakla izlerdik. Araba ve trenlerin seslerini duymazdık, sadece ışıklara bakıp çocukça düşler kurardık.

Gençlik dönemimdeise bazenistasyonagittiğimde trenlerin geliş gidişleri; raylar, trenlerden yayılan buhar ve dumanlar, trenlerin düdük çalışları ve sesler; sevdiklerine kavuşan insanların sevinci, ayrılanların hüznü ve özellikle de Hafız’ın kaval çalışı beni benden alır bilmediğim diyarlara yolculuğa çıkarırdı.

 Zaman akıp geçti. Baharımı, yazımı şimdi çok gerilerde   bıraktım, sonbaharımı yaşıyorum. Çok uzak geçmişte kalmış   yılların ardındanİstasyon her aklıma geldiğinde Hafız ve kızı   Xecê’yi hatırlarım.  Karanlık gecelerde gökyüzündeki yıldızlar   hani yolculara yol gösterir ya, Ergani Tren İstasyonundada o   zamanlar Hafız’ın kavalından yayılan nefesi yolculara,yolcuları   uğurlamaya gelenlere gönül yolculuklarındaefsunlu ses oluryol   gösterirdi.Kavalından çıkan ezgiler yüreklerde hislerin   kabarmasına vesile olurdu. O’nunkavalını can kulağıyla dinlerdi   herkes.Halil Cibran’ın“Nisan ayını dinliyor gibi dinleyin kaval   çalan adamı”dediği gibi…

 Hafız’ın yaşadığı coğrafya savaşların, felaketlerin, kıtlık ve   açlığın aralıklarla hüküm sürdüğü acılı, kederli bir   coğrafyadır.O, Seferberlik çocuğuydu. Sessizdi, ama   sessizliğinde bile bir savaş hali vardı.Yaşamı acılıydı. Acıyı ve   talanı yakından tanıyan biriydi. Yoksullukayrılmaz   gölgesiydi.Karanlık bir dünyada yaşadı hep. Çektiği acılar   yüreğinde derin oyuklar açmış olmalıki, kavalından yayılan her   ezgi insanları hüzne boğardı ve kaval çalınan mekân da   hüzünlerin buluşma yeri olurdu.Işıktan yoksundu, ama güneşe   sırtını dönmezdi o. Karanlıktaydı, ama yol bilendi. Yıldızları   görmedi, ama gerçek hayranlarının gökyüzündeki yıldızlar   olduğunu bilirdi. Kendi gölgesini görmedi, ama kavalının sihirli   sesini hep yüreğinde hissederek yaşadı. Kavalının sesiyle   buluştuğunda, sonsuz karanlığında sonsuz ışığa   kavuşuyormuşçasına çalardı.Kavalıyla, kavalından çıkan sesle bütünleşir, sevgilinin rüzgârda saçlarının özgürce uçuşması gibi kavalından yayılan sesler dalga dalga yayılarak Karacadağ’dan esen esintilere yoldaşlık ederdi.

Sözden şüphe duyabiliriz, ama ses yalan söylemez.Hafız kavalını çaldığında ses çiçeklenir, taç yapraklı lotus çiçeğinin kat kat olmuş yaprakları arasında balözünü toplayan balarılarının kanatlarından süzülen ses titreşimleri gibi kavalından duygu dolu tatlı bir melodi olarakyayılarak bozkır sıcağında yüreklerde serinlik, ayazda ise yürekleri ısıtırdı. Kavalından çıkan ses, göğüs kafesine kapatılan yüreklerin kanatlanışı olurdu. Her kaval çalışında sanki çıkan sesler sessizliği hüzünlü bir melodiyle bölerek sonsuz sessizliği kendi yüreğinde yeniden duyumsardı. Kendi toprağının, kendi halkının, bozkırın sesi olurdu. Halkının acıları, bozkırın fısıltıları, titreşimleri, esintileri kavalından çıkan ses olup yayılırdı.

Kavalının sesini ruhu besliyordu, sesin büyüsüne takılıpnar ağacından yapılmış kavalını eline aldığında;yazın sıcağında, kışın soğuğunda, baharın yeşilinde, sonbaharın kızıl sarılığında kavalının sesicoşardı.Kavalına üfledikçe iç sesi hatıralarından fışkıran alev topuna dönüşüp ağıt olurdu. Alnından dökülen terler kavalından çıkan sesi yıkar, mucizevi bir şekilde kavalın deliklerinden bir ahenkle çıkardı. Bir rüya gibi güzel günlerin karanlık dünyasına gelmesini bekleyerek çalardı, çalardı, çalardı… Kavalından çıkan ses istasyonda trenlerin hareketleri esnasında çıkardığı sesle bütünleşerek tüm istasyonu kaplar, hüzün herkesi esir alırdı.

Kürt Hafız ve Ermeni Nişo

Hafız’ın kavalından çıkan sesin ses evreninde çok farklı bir yeri olduğuna inanırım. Görme özürlü bu usta kavalcının kavalını yine kendisi gibi engelli bir usta sanatçı yapmış, kadim coğrafyanın kadim iki halkının usta iki sanatçısı hünerleriyle buluşmuştur. Ermeni marangoz ustası Nişo yaptığı kavalla, Kürt kaval çalıcısı Hafız yapılan bu kavalı çalarak güzelliklerin has bahçesinde biri sesveren biri de ses olmuştur. Hafız’ın gerçek ismi Zülfi Yokuş’tur. Kürt’tür. Diyarbakırlıdır. Kör Zülfo olarak tanınmaktadır. Nişo’nun gerçek ismi Dikran Nışan’dır. Ermeni’dir. Diyarbakırlıdır. Topal Nişo olarak tanınmaktadır. Mıgırdiç Margosyan, Gâvur Mahallesi adlı eserinde; Nışo’nun topal olduğunu, Diyarbakır’da Gâvur Mahallesi’nde oturduğunu, marangoz olduğunu, nar ağacından kavallar yaptığını yazar. (Gâvur Mahallesi, Aras Yayınları, s. 14-15)

Nişo’nun yaptığı ve Hafız’ınyıllarca nefesini üflediği kaval bugün Diyarbakır Kent Müzesi’nde sergilenmektedir.(2)Sergi salonunda kavalın bir yanında Hafız’la ilgili çerçevelenmiş şekilde kardeşim Miktat Üzülmez’in “Ben Seni Beklerken” şiiri, diğer yanında da Malmîsanij’in Zazaca yazdığı “Lulbendo Erxeniyıj” şiiri yer almaktadır.

Miktat, Dicle İlköğretmen Okulu’nda yatılı okuduğu yıllarda Hafız’ı İstasyonda sıkça gören ve yatılı okumanın insan ruhunun derinliklerinde yarattığı burukluk ve yalnızlık duygusunu İstasyona kaçarak, trenlerin hüzün yayandüdük ve pistonlardan çıkan sesler eşliğinde Hafız’ın yanık kavalını dinleyip duygu yolculuğuna çıkan biridir. Şiirinde Hafız’ı, Hafız’ın küçük kızını ve İstasyonu anlatır:

“…Ben seni beklerken

Bir yanım sende

Bir yanım Ergani’de

Ergani İstasyonunda kaldı.

İstasyonda küçük bir kız

birde hafız vardı.

Kız alev saçlı,

   kavruk yüzlü,

   bahar renkli.

Gözleri çıpıl çıpıl

Yüreği ise kıpır kıpırdı.

Bir eli hafızın caketinde

Bir eli umutlarda.

Vagonların önünde

Umutla uzanırdı elleri

Umutla açılırdı eteği

Amca... Teyze... diye.

Bir gün

Bir gün yolun düşerse Ergani’ye

O küçük kızı görmeden

Hafızın kavalını dinlemeden

Sakın ha!..

Gideyim deme.

Birkaç renkli şeker

Bir pakette sigara götürmeyi unutma.

O bilir kimden geldiğini.”

Malmîsanij’inhangi duygularla Paris’te,1984 yılında,Dimîlî (Zazaki) lehçesinde şiiriniyazdıbilemiyorum, ama“Lulbendo Erxenîyıj”in Türkçeçevrisi “Erganili Kavalcı”yı okuduğumda duygu yüklübu naif dizelerin sebepsiz yere yazılmadığını söyleyebilirm:

“Kim ne bilir aslen nereli olduğunu,

kim ne bilir

ne zaman yitirdiğini gözlerini.

Adını bile bilmiyorum,

adına Erganili Kavalcı diyorum.

Kimse bilmiyor adını

fakat binlerce insan nefesine tanık oldu.

Öyle bir nefes ki tarife gelmez.

Nerede şimdi Erganili Kavalcı,

Öldü mü, kaldı mı?

Kim bilebilir ki,

Kaldığım şehir Paris’te

kimse bilmiyor çalınan kavalımızı.

Ergani İstasyonu ne kadar uzak buradan,

bir ben bilirim.

Kulaklarım çınlıyor, kavalı yâd ederken.

Bizim kavalımız, dert ve elemin senfonisi,

ezeli ve ebedi.

Uvertür, ne de yumuşak...

Ama o melodi.

Dert ve elemlerin rüzgârıdır gelen,

nefes verdiğinde cemaat hep bir ağızdan.”

“Seferberlik çocuğu”

Hafız’ın kavalını görmek için Kent Müzesi’ne müzisyen Udi Yervant Bostancıve fotoğraf sanatçısı Tahsin Memiş’le birlikte gittiğimdeyetkililerinden kavalın ilginç bulunuş hikâyesini de dinledim(27 Eylül 2019):

“Biz Ermeni kaval ustası Nişo’nun kavalını ararken tesadüfen Hafız’ın kavalını bulduk ve bu kavalın yapımcısının da Nişo olduğunu sizin (Müslüm Üzülmez’in) yazılarınızdan öğrendik. Kavalın Bağlar ilçesinde berberlik yapan Dicleli Hamza Ayna’da olduğu tespit edilince gidip görüştük, durumu anlattık. Hamza Ayna sağ olsun hiçbir karşılık beklemeden kavalı Müzeye hibe etti.

Hamza Ayna, Ergani tren garında kaval çalarak geçinen kör bir kavalcıdan satın aldığını, isminin Hafız Zülfo olduğunu, çok yaşlı oluşundan dolayı artık kaval çalamadığını, bu nedenle kavalı satmak istediğini, sırf Hafız’ın kavalı olduğu için kaval çalmasını bilmemesine rağmen kavalı yüklü bir para vererek satın aldığını, alırken de Hafız’ın; ‘kavalının çok kıymetli olduğunu’ defalarca tekrarladığını anlattı.”

Her dönem medya ve devletin starı olan sanatçılar, bir de medya ve devletin hiç ilgi göstermediği gerçek sanatçılar olmuştur. Hafız sahipsiz bir halk sanatçısıydı. Kendi insanları kendince sahiplenip isimlendirmiştir O’nu. Hafız, Kör Hafız, Bagürlü Hafız, Dilenci Hafız, Hafız Zülfü, Erganili Kavalcı, İstasyondaki Kavalcı, Zülküf Baba, Kör Zülfo, Zülfü Yokuş, Vivaldi Zülfo, Xalo Zülfo, Bilûrvane Hafiz ya da HafizeBilûrvanbu isimlerden sadece birkaçıdır.

2005 yılında kaleme aldığımÇayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüşisimli kitabımda Hafız’la ilgili yazdığım “Hüznün ve Gurbetin Sesi: Zülfü Yokuş” başlıklı yazımda o zaman görüşüp bilgi aldığımkızı Xecê ve Hafız’ı tanıyanlardan edindiğim bilgiler neticesinde şunları yazmıştım:

“Gerçek ismi: Zülfi Yokuş’tur. Herkes O’nu Xelé Zülfi, İstasyonda kaval çalan Hafız olarak tanırdı. Birsin köyündendi ve Bagür’da otururdu. Kızı Xecê’nin anlattığına göre: ‘Seferberlikte doğmuş. 13 yaşına kadar Kuran okumuş. Kuran’ı hatım etmiş. Sesi çok çok güzel olduğu için nazar değmiş, iki gözü akmış. Kaval çaldığı zamanlar kaside, ilahi ve türküler de söylerdi. Kavalını Ermeni Nişo Usta yapmıştı. Kavalı kayıp oldu, şimdi nerede olduğunu bilen yok!’

Hafız, 1994’te, O’da her canlı gibi yaşama gözlerini yumdu. 90 yıldan fazla yaşadı. Doğumunu bilen yok. O, ‘Ben Seferberlik çocuğuyum’ dermiş.” (s.385)

Bu satırlarda bazı maddi hataların yanında eksiklikler de var. Düzeltiyorum. Gerçek ismi Zülfi Yokuş’tur. Resmi kayıtlara göre 01.07.1912 tarihinde Ergani’nin Birsin köyünde doğmuş, 15.09.1995 tarihinde Ergani’de vefat etmiştir. Babasının adı Halil, annesinin adı Emine, eşinin adı Fatma’dır.(3)Nişo’nun Hafız’a yaptığı kaval da kayıp değil, yukarıda da belirtildiği gibi Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın Cemilpaşa Konağı’nda hizmete açtığı Diyarbakır Kent Müzesi’nde sergilenmektedir.

“Ömrümde ben böyle harika bir ses daha duymadım.”

Hafız zamanında bir efsaneydi. Hafız’ı görmeyenler, O’nu tanımayanlar senaryosunu Yılmaz Güney’in yazdığı, yönetmenliğini Zeki Ökten’in yaptığı, 1978 yılında çekimi yapılan Sürü filmini izleyebilir.Filmde Ergani İstasyonu gösterilirken, kara vagonlardan koyunların tek tek aşağıya atılışı ve ardındanda rayların kenarında atılan koyunları toplayıp taksiye tıkıştıran hırsızların görüntülerinin yanında kaval çalan Hafız ve yanında da kızı Xecêgösterilir. Tabi burada seyrettiğimiz kaval çalan şahıs gerçek Hafız, yanında bulunan küçük kız çocuğu da Xacê değil, oyuncular tarafından canlandırılmış hâlidir.Hafızbiraz “medeni”leştirilmiştir filmde;genç, sakalsız, siyah gözlüklü ve şalvar yerine takım elbiseli olarak gösterilmiş.

Hafız’ı Yılmaz Güney’den çok önce ve daha sonrasında O’nun sanatçı özelliğini fark eden ve sanatının niteliğini anlayanyazar, şair ve gazeteciler olmuştur. Bunların en başında Yaşar Kemal gelmektedir.

Yaşar Kemal Cumhuriyet gazetesinde yayımlanacak röportaj dizisi için çıktığı Güneydoğu gezisindeyken yazar ve öğretim görevlisi Sabahattin Eyuboğlu ile şair ve ressam Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun kız kardeşi olan ve sevgilim diye hitap ettiği Mualla Eyuboğlu’na Diyarbakır’dan yazdığı 7 Mayıs 1951 tarihli mektubundaHafız’ı anlatır:

“Senin hakkın varmış. Memleketimi sevmeyi de senden öğreneceğim. Hani sevmiyorum demiştim halkı. Senden özür dilerim. Büyülenmiş gibiyim.

Ergani İstasyonu’nda âmâ bir ihtiyar, çocuğu elinden tutmuştu, trene kaval çaldı. Ömrümde ben böyle harika bir ses daha duymadım. Kompartımandan delicesine atıldım, cebimde ne kadar bozukluğum varsa verdim. Canımı da verebilirdim.

Ah! Bu yolculukta beraber olmalıydık.”

(Tûbâ Çandar, Hitit Güneşi Mualla Eyuboğlu Anhegger, Doğan Kitap, s.83)

“Bozkırda Vivaldi”

Öykücü Osman Şahin Ay Bazen Mavidir kitabının ilk öyküsü olan “Bozkırda Vivaldi” de,Dicle Köy Enstitüsü’nde(4)öğrenciyken müzik öğretmenleri Mustafa Kurtdemir’in kendilerine yaşattığı Hafız’la ilgili bir anısını öykü tadında anlatır.

Klasik Batı müziğine düşkün öğretmenleriMustafa Kurtdemir, okulda Osman Şahin’in de aralarında bulunduğu “Doğu ve Güneydoğu’dan toplama yoksul köy çocukları”na Brahms’tan,Mozart’tan, Çaykovski’den, Beethoven’den, en çok ta Vivaldi’den parçalar dinletir. Klasik Batı müziğini sevdirmeye çalışır.Öğrenciler ise trenlerin gelmesine yakın okulun yakınında bulunan istasyona doluşur, tren boyunca bölük bölük gezinir, kimseyi rahatsız etmeden, kimi bayan yolculara iç çekerek bakar.Osman Şahinöyküsünde o günleri şöyle anlatır:

“İstasyonun değişmez izleyicileri yalnızca biz öğrenciler olmazdık. Zülküf Baba’yla kızı vardı bir de. Zülküf Baba kör bir dilenciydi. İyi kaval çalardı. Tren boylarını kavalıyla türküleyen biriydi. İri yarı olmasına karşın bir adım önünü göremezdi. Çok da yaşlıydı. Üstüne bastığı toprakların belki de en kocamış kişisiydi. …Çayönü’nde ki Asur kabartmalarının içinden çıkmış gelmiş gibiydi.” (s.9) “Ergani tren istasyonunun yaz kış değişmeyen tek simgesiydi Zülküf Baba. İstasyona bir tren uğrasın da Zülküf Baba’nın kavalının sesini duymadan geçsin gitsin olanaksızdı bu. ...Kavalının sesi yalnızlık kokar, gurbeti, acıyı, kederi çağrıştırırdı hep. Üflerken boynunu öksüz, dokunaklı bir duruşta sol yanına doğru yıkar, görmeyen gözlerini gören bir insanın duyarlılığıyla yumar, üç dört karış uzunluğundaki sarı kamıştan kavalına üflediği soluğunu, parmak uçlarının altındaki deliklerde eğiterek, soluğuna o deliklerden çıkışlar verdirip yer değiştirterek, içe işleyen, sonsuz, demlenmiş bir garip rüzgâra dönüştürürdü soluğunu. Parmak uçlarıyla kavalının deliklerine değil de, dinleyenlerin yüreklerine dokunurdu sanki. Esen kuraklık rüzgârlarının sesiydi o.” (s.10)

Öğrenciler ne “rüzgârların sesi” Hafız’ın ve nede Hafız’ın sanatının ayırdındadır,önemsemezler. Onlar için Hafız’ın kaval çalışı her gün istasyonda gördükleri alışıla gelmiş bir şeydir.Ama bir gün hiç beklemedikleri bir şekilde müzik öğretmenleri Mustafa Kurtdemir Hafız’ı okulun yemekhanesindesahneye çıkartır. “Bir an gözlerimize inanamadık, şaşırdık. Okulumuz kurulalı beri hiç kimsenin aklından geçmemişti Zülküf Baba’yı okula çağırıp da ağırlamak. Bunu o yanına yaklaşılmaz, bizlerle konuşmaz hepimizi küçümser sandığımız hocamız yapıyordu hem de. Bozkır istasyonunun kör dilencisiyle el ele tutuşmuş, karşımızdaydı işte. …Biri, inceliğin zarifliğin simgesiydi. Öbürü ise Güneydoğu’nun kavurucu sıcaklarına karşı durabilmek için sularını içinde taşıyan dev kaktüsler gibi iri yarıydı.” (s.12-13)

Mustafa Kurtdemiryemekhanede bulunanlara konuğunu tanıtır: “«Zülküf Baba’yı tanıtmama gerek yok sanırım.»«O’nu istasyona her gidişimde görür, dinler izlerim. O’nun çalıp üflediği havaları hiçbir yerde duymadım. O’nu anladığımı sanıyorum. Kimi insanlar, görünüşüne, giysilerine, yaptığı işe bakarak kör bir dilenci sanabilirler O’nu. Burada, ‘dilenci’ sözcüğünü söylediğim için değerli konuğumuz beni bağışlasın. Aslında bana göre O, değerini yeterince bilmediğimiz seçkin bir halk sanatçısıdır. O bu toprakların Veysel’idir. Trenler gelir, trenler gider ve her kültürde bir tren dolusu insanı kavalıyla türküleyip uğurlayan bir Veysel…»” (s.13)

Bu tanıtmanın ardından Hafız sahnede kavalına abanır, yüreğinde birikmiş tüm çığlıkları kavalına üfler. Sanki “Bir üfleme ocağıydı ağzı onun. Üfledikçe kulaklarımızı etkisi altına almaya, hepimizi büyülü soluğunun dünyasına çekmeye başladı. Kavalının sesi kapalı salonda daha bir temizdi, saftı, garipti. …Hep yalnız kalmış, yalnız söylenilen, unutulan yalnızlıkları, esen bir poyrazın ağzından yeni kurtulmuşçasına tiz dalgalı, yanık bir sesle ustaca üflüyor, ağıtsı, acı iğnelerle bilenmiş seslerle yüreklerimizi tatlı bir baskına uğratıyor, içimizin sınırsızlıklarına, acı ve sevinç yuvalarına uğruyordu. …Üflediği havalar, üstündeki giysileri gibi koruyucu, basit, eski, hüzünlü, yalnız, garipti. …Gelmiş geçmiş büyük kıyımlar, ağıtlar, göçler, tufanlar, çıldırtıcı sıcaklar, uçsuz bucaksız çöl ağızlarının gamlı hüzünleri saklıydı o seslerin içinde.” (s.14-15)

“Neden sonra Zülküf Baba’nın soluğu durdu. Kavalı sustu. Dayanılmaz, saygın, büyük bir alkış koptu. Zülküf Baba, ömründe ilk kez alkışlanıyordu belki de. Şaşkındı. Yan yukarıya bakıyordu, tavana bakıyordu hâlâ. Kırışıklıklarla dolu kıraç anlıyla yüzü, terden sırılsıklamdı. Sahnenin ışığında parlıyordu.” Salon ise alkıştan inliyordu.

(Osman Şahin, Ay Bazen Mavidir,Cem Yayınevi, s.5-16)

Hafız,bu sahne çıkışının ardından Bozkırdaki Vivaldi ya da Vivaldi Zülfo olarak bir unvan daha edinilmiş olur.

“Ölüp kurtuldu dilenmekten”

Şair ve yazar Yılmaz Odabaşı, Sevginin Herkesten Şikâyeti Var adlı kitabında yer alan “Vivaldi Zülfo” başlıklı yazısında ve 07 Kasım 1995 tarihli Özgür Gündem gazetesinde “düş ve yaşam” köşesinde aynı başlıkla çıkan makalesinde Osman Şahin’in 1989’da imzalayıp kendisine gönderdiği Ay Bazen Mavidir kitabında yer alan “Bozkırda Vivaldi” öyküsünü özetledikten sonra Hafız ile ilgili ilginç bir yaşanmışlığını anlatır, özetle:

“Bir gün Diyarbakır’ın Mardinkapı semtine, köylerden getirilip stüdyosuz, bandrolsüz üretilen dengbej kasetlerinden birkaç tane alıp evime getirmiştim. Aldıklarım arasında, üzerinde çalanın adı sanı yazılmayan bir kaval kaseti de vardı. Kaseti kasetçalara koyup, ezgilerinin ne güzel olduklarını düşünüp bütününü dinlemek üzere keyifle ayaklarımı uzattığımda, bitişik odadan anamın hıçkırıklarını duyarak kalkıp yanına gittim. Anam hiçbir açıklama yapmıyor, sadece ağlıyordu.

Babam, onu despotluğuyla yıllarca güttüğü için anamda bir koyun psikolojisi olabileceğini ve kaval sesine bu yüzden ağladığını düşünmeye başlamıştım ki, kan çanağı gözleriyle sessizce hıçkırarak anlatmaya koyuldu:

«Ben bu kavalı tam 28 yıl önce Ergani demiryolunda dinlemiştim. Bu kör Zülfo’nun kavalıdır oğlum. O yıllar baban Dicle İlköğretmen Okulu’nu yeni bitirmiş, tayini Konya’nın bir Çerkez köyüne çıkmıştı. Kucağımda sen ve yükümüz bir kat yataktı. Hayatımda ilk kez köyümden çıkıp uzaklara gidiyordum. Daha on beş yaşımda bir anneydim. Ergani’den Konya’ya gitmek üzere trene bindik. Ben kompartımanda çevreme korkuyla bakınırken, baban alışveriş yapıp döneceğini söyleyerek dışarı çıkmıştı. Kucağımda sen vardın. O an birden şimdi çaldığın bu kaval sesiyle hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Sen de ağlamaya başlamıştın. Sonra trenin düdüğü acı acı ötmüştü ve yola koyulmuştuk.»

«Bu kaval sesi, benim için bir gurbet çığlığıdır, çocukken anne oluşumdur; yitirdiğim gençliğim, yitirdiğim düşlerimdir» dedi...

Anamın söyledikleriyle anlamıştım ki, aldığım kasetteki kavalı çalan, Osman Şahin’in hikâyesindeki Vivaldi Zülfo’dan başkası değildi. Hemen kasetin bir nüshasını Osman Şahin’e postaladım.”

“Sonra Vivaldi Zülfo’nun hâlâ Ergani’de, kötü koşullarda yaşadığını öğrendim. O günler hem çok yoğun, hem de sıkıntılıydım. Ergani’ye gidemedim, ama o dönem çıkan günlük Gündem gazetesinin Diyarbakır bürosu çalışanlarına onu anlatıp, bir haber yapmalarını rica ettim.

28 Nisan 1993 tarihli Gündem gazetesinde, üzerinde ‘Profilo’ yazılı mukavva kutuların üzerinde, tek odalı bir evde yaşayan Zülfo’nun haberi, “Ergani’de Bir Vivaldi” başlığıyla çıktı. Artık yaşlılıktan konuşamıyor, sorulara yanıt veremiyormuş. ‘Tek parti döneminde Hoşan ovasının, Hilar mağaralarının, Çayönü kabartmalarının; kısaca susturulmuş bir tarihin ve halkın çığlıklarını kavalıyla çalan Zülfo, bir diğer adıyla Hafız,’ diye yazıyordu gazete: ‘88 yaşında, yüzünde talanın paletleri ve postalları var. Yüzü Ararat dağı gibi heybetli. Ama artık o kaval çalamıyor’ diye yazıyorlardı…

Daha sonraki yıl Ankara’dan Diyarbakır’a gidişimde, minibüsle Ergani’ye geçip, ona vermek üzere ayırdığım bir miktar parayla Ergani Bakur mahallesinde ‘halk sanatçısı’ Vivaldi Zülfo’yu aradım.

Bir mahallenin bakkalına, onu ‘kaval çalan Zülfo’ diye sorduğumda:

‘Dilenci kör Zülfo mu? Ölüp kurtuldu dilenmekten’ dedi…”

“Bu yanıtla başımı öne eğip oradan uzaklaştım. Ben de o unutuşun, o ihmalin suç ortaklarından biriydim… Bu yüzden bu yazımı, adı sanı işitilmemiş ve bir vefa görmeden aramızdan sessizce çekip gitmiş o gerçek halk sanatçılarına ithaf ediyor, hepsinin anısı önünde saygıyla eğiliyorum…”(5) (Yılmaz Odabaşı, Sevginin Herkesten Şikâyeti Var, Alfa Yayınları, s.40-44)

Neyzen ve yazar Ergün Sönmez de Hafız’ın kavalından etkilenen biridir. Anılarında yazdığına göre, uzun süren yalvarmalar sonucunda babasına bir kaval aldırır. Sonrasında babasından çaldığı buğdayları satar ve bu parayı Ergani’nin ünlü kavalcısı Bagürlü Hafız’a vererek kendisine kaval çalmasını öğretmesini ister. 5-6 yıl Hafız’dan kaval dersleri alır, kaval çalmaya öğrenir. Yıllar sonra ünlü bir neyzen olur. Sonrasında Hafız için; “Hafız’ın duygulu nağmeleri hep kulağımda, ondan dinlediğim o nağmeleri hiç unutmadım,” diye yazar.

(Müslüm Üzülmez, Makam, Makam Çiçeği ve Bülbül, Titiz Yayınları, 2010 İstanbul, s.229)

Yazar Sedat Eroğlu, Gülbaran’ın Gülleri adlı kitabında yer alan “‘Bozkırda Vivaldi’ Hafız Zülfü Yokuş” başlıklı yazısında: “‘Sanki Homeros, Evdal’ı anlatıyor! Evdal, Evdal’ın kaderi nasıl da benziyor bu kör ozana’ Mehmet Uzun ‘Dengbêjlerim’ kitabında Evdalê Zeynikê’yi böyle tanımlıyordu. İnanıyorum ki Hafız’ı görmemişti. Eğer görmüş olsaydı Homeros, Hafız’ı da anlatıyor diyecekti.Hafız Zülfo’nun kaderi, Homeros’un ozanının, Evdalê Zeynikê’nin kaderleri birbirleri ne çok benziyor. Bu ozanlar gözlerinden yoksun ama dillere destan ezgiler bıraktılar gök kubbeye,” diye yazmıştır.

(Sedat Eroğlu, Gülbaran’ın Gülleri, Kent Işıkları, s.315)

Ve daha birçok gazeteci, yazar Hafız hakkında yazılar yazmıştır.Faruk Aslanoğlu’nun “Bağürlü Kör Zülfo”(Telgraf/7 Mayıs 2018) ve Ahmet Beşenk’in “Nişo’nun Kavalı” (ÖzdiyarbakıGazetesi) yazıları gibi…

Dilek

Kavalcı Hafız Zülfi Yokuş gerçek bir halk sanatçısıydı. Yıllar sonra anısına hürmetten bu yazıyı yazıyorum. Anılmayı hak edişinden ve kadir kıymet bilmeninbir gereği olarak Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve/veya Ergani Belediyesi’nden bir isteğim, daha doğrusu bir dileğim var: Şehrimizin ya da ilçemizin uygun bir yerine Hafız’ın bir anıtını dikerek bu değerli sanatçımıza vefa borcumuzu lütfen ödeyelim, O’nu ölümsüzleştirelim.Saygılarımla…

Açıklamalar:

(1) Yazının kısaltılmış hali “Anıtı dikilesi bir derviş: KAVALCI HAFIZ” başlığıylaDİLOP Dergisi’nde yayımlanmıştır.(Ocak-Şubat 2020, 12. Sayı.)

(2) Dikran Nışan’ın, yani Nişo’nun emek verip alınteri dökerek nar ağacından yaptığı ve yıllarca Zülfi Yokuş’un, yanı Hafız’ın çaldığı tarih kokan nadir kavalını bulup Diyarbakır Kent Müzesi’nde sergilenmesini sağlayan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi çalışanlarına ve emeği geçenlere teşekkürlerimi gönderiyorum.

(3) Hafız’ın kızı Xecê ile beni 2005 yılında buluşturup sohbet etmemi sağlayan, Hafız’ın kızı Xecê’nin torunundan sakallı fotoğrafı temin eden ve ayrıca Ekim 2019’da Hafız’ın resmi kayıtlardaki doğum ve ölüm tarihlerini benim için öğrenen Ali Aslan’a ve yardımları için Esat Taştekin’e çok teşekkür ederim. Sağ olun, var olun sevgili arkadaşlarım.

(4) Yılmaz Odabaşı ve daha birçok yazar Osman Şahin’in öyküsü “Bozkırda Vivaldi”yi anlatırken veya alıntılarken Dicle Köy Enstitüsü yerine Dicle İlköğretmen Okulu yazmakta. Oysa Osman Şahin Dicle Köy Enstitüsü mezunudur. Anlattığı olay enstitü döneminde geçmektedir. Bu yanlışlık, kanımca, Dicle Köy Enstitüsü kapatıldıktan sonra Dicle İlköğretmen Okulu ismiyle eğitim faaliyetini sürdürmüş olmasından kaynaklanıyor.

(5) Bu son paragraf Sevginin Herkesten Şikâyeti Var kitabında yer almamaktadır. Osman Şahin’in Web sitesi http://osmansahin.com de yayınlanan “Vivaldi Zülfo, Hafız (Bozkırda Vivaldi) Yılmaz Odabaşı” başlıklı yazıdan alınmıştır.

 

DİĞER YAZILARI Cep Telefonları Tespihlerin Pabucunu Dama mı Atıyor? 01-01-1970 03:00 Sömürgecilik ve Shakespeare’in Fırtına’sı 01-01-1970 03:00 Rüya, Rüya Yorumlama, Rüyam 01-01-1970 03:00 Rüyam ve “Mühendislik Felsefesi” 01-01-1970 03:00 Kör Talih, Lâl Tarih ve İki Mesaj 01-01-1970 03:00 Tarih ve Beklenen Öcalan Çağrısı  01-01-1970 03:00 Hegel Niçin Dil Konusunda Leibniz’i Eleştirir? 01-01-1970 03:00 Herkes Kendi Hayatının Yükünü Taşır 01-01-1970 03:00 “Toplam Kalite ve Süreç Yönetimi”ne Dair 01-01-1970 03:00 “Jiyana Nîvkuştiyan” 01-01-1970 03:00 Beşir Doğan Yoldaşımın Anısına… 01-01-1970 03:00 Hoşot (Dicle) Anıları ve Önemli Bir Öneri 01-01-1970 03:00 “Felsefe ve Matematiğin Yoldaşlığı” Yazıma Gelen Yorumlar 01-01-1970 03:00 “Yaşam-Jiyan” Resim Sergisine Dair 01-01-1970 03:00 Güzel İnsan Kamil Sümbül’ün Ardından 01-01-1970 03:00 Hafız, İskân Azizoğlu ve Bir Fotoğraf 01-01-1970 03:00 Bir Çevirmen, Bir Kitap ve... 01-01-1970 03:00 Hafız, Nişo ve Kavalın Büyülü Gücü 01-01-1970 03:00 Eğitim Aykırı İnsanlar Yetiştirmeli 01-01-1970 03:00 Genç Bir Yazarımız: Neçirvan Bozkaplan 01-01-1970 03:00 HOROZLAR NEDEN ÖTÜYOR? 01-01-1970 03:00 Batman’dan Kızıl Bir Yıldız Kaydı 01-01-1970 03:00 Ses Evreninde Efsunlu Bir Rum Kızı: EFTALYA 01-01-1970 03:00 “Endişesiz Bir Ülke, Endişesiz Bir Dünya İçin...”(2) 01-01-1970 03:00 “Endişesiz Bir Ülke, Endişesiz Bir Dünya İçin…”(1) 01-01-1970 03:00 Dengbêj Gulo’nun Ardından Kılamlar Yetim Kaldı! 01-01-1970 03:00 Dengbêj Zifqarê Gulo’nun Ardından... 01-01-1970 03:00 4. Çermik Kitap Fuarı İzlenimlerim 01-01-1970 03:00 Bazı Şeyler Maalesef Unutulmuyor 01-01-1970 03:00 “Yok Sessizlikten Başka Sesimiz” 01-01-1970 03:00 “Yeraltı Edebiyatı”na Dair Aldığım Yazılar -3 01-01-1970 03:00 “Yeraltı Edebiyatı”na Dair Aldığım Yazılar -2 01-01-1970 03:00 “Devlet Aklı İnsan Merkezli Olmalı” 01-01-1970 03:00 “Yeraltı Edebiyatı”na Dair Aldığım Yazılar-1 01-01-1970 03:00 Öfkelilerin Öfkesi: “Yeraltı Edebiyatı” 01-01-1970 03:00 “Olası Bir Dicle Romanına Katkı” ve Hafız’ın Sözsüz Ezgileri 01-01-1970 03:00 Bazı İnsanlar Neden Daha Başarılı Olur? 01-01-1970 03:00 Bilgisayarla tanışmam ve “kâinatın hâkimleri” 01-01-1970 03:00 Belalı Sevdalımız: MAKİNELER 01-01-1970 03:00 “Kara Yara”nın Romanı: Önce Kuşlar Öldü 01-01-1970 03:00 “Hafız Zülfo’nun Kavalı Ergani İstasyonunu İnletiyordu” 01-01-1970 03:00 Geçmişe Bir Yolculuk ve Bir Demet Şiir 01-01-1970 03:00 Recep Maraşlı’nın Kitabı: Pasolini’nin Filmi ve Diyarbakır 5 No’lu 01-01-1970 03:00 Teknolojik İşsizlik ve Gelecek Korkusu 01-01-1970 03:00 Ütopya, Distopya ve “Çalışılmayan Bir Dünya” Müslüm Üzülmez 01-01-1970 03:00 Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri Üzerine 01-01-1970 03:00 Gül, Gulan, Anam 01-01-1970 03:00 Bir Fotoğraf Bazen Çok Şey Anlatır 01-01-1970 03:00 Fersûde [فرسوده]/ Erganili Mesud [ارغنيلى مسعود] 01-01-1970 03:00 Demokratik Tartışma Kültürü Üzerine 01-01-1970 03:00 Ukrayna-Rusya Savaşından Çıkardığım Bir Sonuç 01-01-1970 03:00 Kötülük ve Pislikler Çoğunlukla Kutsallık Adına Yapılır 01-01-1970 03:00 Tez ve Antitez Değiştiyse, Sentez de Değişmek Zorundadır 01-01-1970 03:00 Strateji, Gelecek, Kavramsal Tohumlar 01-01-1970 03:00 “Büyük Dönüşüm”, Korona, Geleceğimiz 01-01-1970 03:00 Elbet Gün Ağarır Anne(1) 01-01-1970 03:00 Cemal Süreya’nın Kanayan Yarası 01-01-1970 03:00 Mezopotamya ve Coğrafya Kaderdir Kitabı 01-01-1970 03:00 “Bêje çiyayêreş, ceylanı nasıl yem ettin kurda” 01-01-1970 03:00 Düşünmenin Düşünülmesi 01-01-1970 03:00 Kardeşime Gece Gelen Şiir 01-01-1970 03:00 Brzezinski’nin Ölümünün Hatırlattıkları 01-01-1970 03:00 Arzu Hayatın Kayıtsızlık Ölümün Belirtisidir 01-01-1970 03:00 Erganililer Kültür ve Dayanışma Derneği’nin Kongresinden İzlenimler 01-01-1970 03:00 Bedros Dağlıyan ve Dengbêjin Gölgesinde Taş Meselleri 01-01-1970 03:00 ÇERMİK HALKINA SAYGI İLE DUYURULUR, 01-01-1970 03:00 Kapitalizmin Mutasyonu, Yenilgimiz ve Yeniden Düşünmek 01-01-1970 03:00 Çaresizliğin Sessiz Çığlığı 01-01-1970 03:00 Kumar, Dostoyevski ve Babam 01-01-1970 03:00 Sıradan Küçük İnsanlar… 01-01-1970 03:00 TÖS İle İlgili Arşivimde Bulunan Bir Fotoğraf 01-01-1970 03:00 Ergani’deki “Taş Mektep” ve Diyarbekir Eğitim Tarihi 01-01-1970 03:00 Bir İstihbaratçının Kaleminden Mezopotamya’nın İşgali 01-01-1970 03:00 Duygularım, Petersburg ve Dostoyevski’nin Acısı 01-01-1970 03:00 Çermik Dağlarında Gezer Bir Devrimci 01-01-1970 03:00 MUSTAFA SUPHİ Karanlıktan Aydınlığa 01-01-1970 03:00 MUSTAFA SUPHİ Karanlıktan Aydınlığa 01-01-1970 03:00 Mavi Çarşaflar Altında Saklanan Acılar 01-01-1970 03:00 Yanlış Hesap Davos’tan Döndü Gibi 01-01-1970 03:00 Dicle İlk Öğretmen Okulu İle İlgili Aldığım Bir Yazı 01-01-1970 03:00 Dostum Misbah Hicri’nin ardından… 01-01-1970 03:00 Şiir Okuyan Garip Bir Adam 01-01-1970 03:00 Dönemin Marazi Belirtileri 01-01-1970 03:00 Hiçbir Şey Gerçekler Kadar Acı Değildir 01-01-1970 03:00 Bölünme ve “Bölünmenin Acısı” (II) 01-01-1970 03:00 Bölünme ve “Bölünmenin Acısı” (I) 01-01-1970 03:00 Evlerde Yapılan Rakılara Rakı Diyebilir miyiz? 01-01-1970 03:00 Bir Kitap ve Bir Mekân: GÖBEKLİ TEPE 01-01-1970 03:00 Bilimin Seyri, Paradigmalar ve COVID-19 01-01-1970 03:00 'Sosyal Mesafe' mi, 'Fiziksel Mesafe' mi? 01-01-1970 03:00 Kara Bulutlar Tepemizde Dolanıyor 01-01-1970 03:00 Kahveler Tek Başına İçildiği İçin Tadı Yok 01-01-1970 03:00 Şairimiz Vecdi Subaşı’yı Yitirdik 01-01-1970 03:00 Kavalcı Hafız Zülfi Yokuş’la İlgili Bir Düzeltme 01-01-1970 03:00 Harika Bir İnsan Hakkında Harika Bir Kitap: Karanlıktaki IşıkYILMAZ GÜNEY 01-01-1970 03:00 Çiçek Kar Altında Yeşerir 01-01-1970 03:00 Şampanya İçerek Yaşamdan Ölüme Geçen Ölümsüz:Anton Çehov 01-01-1970 03:00 Bülbülün Kanıdır Güle Rengini Veren 01-01-1970 03:00 Bülbülün Kanıdır Güle Rengini Veren 01-01-1970 03:00 Gömülü Şamdan ve Satranç 01-01-1970 03:00 “Savaş ve Amerikan Ekonomisi” 01-01-1970 03:00 Önce Beyazken Sonra Neden Kırmızı Oldu Gül? 01-01-1970 03:00 İngiltere’nin Kürt Politikası (1918-1932) 01-01-1970 03:00 Bilimkurgu Sadece Bilimkurgu Değildir 01-01-1970 03:00 İyi Kötü, Güzel Çirkin… 01-01-1970 03:00 Akıllı Teknolojik Cihazlarla Birlikteliğimiz? (II) 01-01-1970 03:00 Akıllı Teknolojik Cihazlarla Birlikteliğimiz? (I) 01-01-1970 03:00 Ben Sevgili Dayımı Türkiye Önemli Bir Değerini Yitirdi 01-01-1970 03:00 Bahar, Gül ve Bir Mayıs 01-01-1970 03:00 Her Dönemin Kendine Göre Bir Parmak İzi Olur-2 01-01-1970 03:00 Her Dönemin Kendine Göre Bir Parmak İzi Olur-1 01-01-1970 03:00 Akıllı Makinelere Hapsedilmiş Bir Gelecek 01-01-1970 03:00 Yapay Zekâya Kai-Fu Lee’nın Yaklaşımı-2 01-01-1970 03:00 Yapay ZekâyaKai-FuLee’nın Yaklaşımı-1 01-01-1970 03:00 Mezopotamya ve Coğrafya Kaderdir Kitabı 01-01-1970 03:00 Amerikan Soğanı ve Soğanın Marifetleri 01-01-1970 03:00 İki Dosttan İki Kitap – Müslüm Üzülmez 01-01-1970 03:00 Bazı şeyleri unutmamak için yazmak Lazım 01-01-1970 03:00 “İdama Yürüyen Adam” 01-01-1970 03:00 “Arkamdan kimse ağlamasın” 01-01-1970 03:00 Karanlıkta Ne Çiçek Açar Ne Düşünce Filizlenir 01-01-1970 03:00 Tarım ve Uygarlığın Başlangıç Noktası 01-01-1970 03:00 Dünyada Madenciliğin İlk Başlangıç Noktası 01-01-1970 03:00 Ergani-Maden İlişkisi ve Ergani Bakır Maden İşletmesi Üzerine 01-01-1970 03:00 Fazla Kitap Göz Çıkarmaz, Ama… 01-01-1970 03:00 Dil, “Zihnin Aynası”dan Çok Daha Fazlasıdır 01-01-1970 03:00 Hefaystos, Bir Mayıs ve Ergani İsminin Kökeni 01-01-1970 03:00 Bir Tatlı Yanılgı: “Görünüyorum O Halde Varım” 01-01-1970 03:00 Ağza Giren İnsanı Kirletmez Ağızdan Çıkan Kirletir 01-01-1970 03:00 Adnan Aral’ın Ardından… 01-01-1970 03:00 İşimiz Zor 01-01-1970 03:00 “Çiçekler Özgürlük Ortamında Nefeslerinin Kokusunu Yayar” 01-01-1970 03:00 3.Nuh’un Adamı Enver Atılgan’ın Anısına 01-01-1970 03:00 2.Nuh’un Adamı Enver Atılgan’ın Anısına 01-01-1970 03:00 1.NUH’UN ADAMI ENVER ATILGAN’IN ANISINA 01-01-1970 03:00