Çaresizliğin Sessiz Çığlığı

Müslüm Üzülmez

04-05-2021 17:34

Annem Hava Üzülmez’i 2 Mayıs günü kaybettik. Kendisinin Ekim 2019’da Ergani’de bana anlattığı yaşadıkları bir olayı öyküleştirerek yazmış ve “Çaresizliğin Sessiz Çığlığı” başlığıyla yayınlanmıştı. Bu öykü/anlatı karışımı yazımı anamın anısına hürmetten paylaşmak istiyorum sizlerle. Öyküde geçen Hêvî annemdir, Şahan Cuma babamdır. Beşevler ise Üçevlerdir. Saygılarımla. Müslüm Üzülmez

Soğuklar iyice ısırmaya başladı, kışın eli kulağında. Yağmurun ıslaklığını taşıyan toprak, çamur ve soğuk kokuyor. Rüzgâr ıslığını kesik kesik öttürürken, kavak ağaçlarını kendi çıplaklığında sallıyor ve etrafta rüzgârın sesinden başka ses duyulmuyor. Köpekler sokakları terk edip, çaresizlik içinde inlerine çekilmiş, soğuktan korumak için başlarını bacaklarının arasına sokmuş sessiz bir bekleyiş içinde... Gece, ay ve yıldızların dahi üzerini örtmüş, her yerde karanlığıyla hüküm sürüyor. Beşevler ise bu akşam karanlığında yalnızlığa bürünmüş, rüzgârın uğultusunu dinlemekte.

Kasabanın kuzeyinde, dağ yolu üzerinde yerleşim yerlerinin hemen bitiminde bulunan Beşevler; baharları yeşil yaprak ve çiçek kokan, yazları sebze ve meyveleriyle gözlere ve midelere ziyafet veren, kışın çıplak ağaçların yalnızlık şarkıları söylediği, bağ, bahçe ve tarlalar arasında kutsallığına inanılan heybetli yakışıklı dağın eteğine kurulu beş evden oluşan kendi halinde bir mekândır. Eskiden evler, bağlar, bahçeler bereketli ve çok şenmiş. Zamanla tenhalaşarak eski güzelliğini yitirir, zaruretten büyük kentlere savrulmalar ve yaşlıların ölümleriyle evler bir bir boşalmaya başlar. Hazanda sararan yaprakların dalından düşüşü gibi gidenler bir daha geri dönmez, her yanı hüzün sarar.

Hêvî, sanki tüm gidenleri temsilen beş evin ortasındaki evde kocasıyla yaşamaktadır. Kayınvalidesi Zeliş, aileden geriye kalan son komşusu olup hemen doğu yanındaki iki katlı evde kalmaktadır. Batı yandaki akrabalarına ait iki katlı evde kimse oturmadığı gibi günleri sayılı, ha yıkıldı ha yıkılacak... Evlerin her iki ucunda kalan diğer iki evde ise akrabaları olmayan, köylerden yeni göç edenler yerleşmişlerdir. Evin önündeki dut, iğde ve kiraz ağaçları yapraklarını dökmüş, elektrik direğindeki kirli lamba bir yanıp bir söner, evin önündeki ahırda inek bile artık tek başınadır. Beşevler, gidenlerin acısını ve hüznünü taşır. Yalnızlığın ortasında sadece anıları Hêvî’yi yalnız bırakmaz, her daim ziyaretine gelir. Yalnız kaldığında saatlerce sabit bir noktaya bakarak kederli düşüncelere dalar oturduğu yerden.

Alımlı güzel bir ev kadındır Hêvî. Beş erkek, üç kız çocuğu annesi olmasına karşın güzelliğinden bir şey kaybetmemiştir. Yiğittir, korku nedir bilmez. Çalışkandır. Çalışırken beyaz leçeğini başından, çiçek desenli şalvarını üzerinden çıkarmaz. Bağ, bahçe, ekin içinden çıkmaz. Ağaçlar, güller, hayvanlar O’nu tanır. Toprağın, ağaçların, bitkilerin, hayvanların dilini ve derdini bilir. Toprağın kadınıdır. Yılların olgunluğunu taşır. Merhametini esirgemez; tavuklar, güvercinler, serçeler, kediler, köpekler çevresinden hiç eksilmez, onlara analık eder, yiyeceksiz ve susuz bırakmaz. Bu nedenle işi hiç bitmez. Biraz de çalışarak sıkıntılarını uykuya yatırmak ister. Çünkü dertlidir, sıkıntılıdır. Çocuklarından hiçbiri yanında değildir, çeşitli nedenlerle her biri bir yere savrulmuştur. Ayrılık özlemi besledikçe çocukları gözlerinde tüter, rüyalarını süsler. Şimdi ne yapıyorlar, aç mıdırlar tok mudurlar, darda mıdırlar soruları çengelde asılı ciğer gibi aklına takılır sürekli. Aklı her onlara gidişinde yüreği sıkışır, ama sıkıntısını belli etmez. Acısız bir hayatın olmadığını, ayrılığın olduğu yerde gözyaşının da olacağını bilir. Üzüntülü kederli olduğu kadar sabırlıdır. Oğulları bir dönem kasabada ve bölgede etkin politik çalışmalar yapmaları nedeniyle polis ve askerler sıkça mimlenen evlerini basıp aramalar yaparlar. Her gelişlerinde oğullarının nerede olduklarını, ne iş yaptıklarını sorarlar. Arama yaparken de evin altını üstüne getirirler, hallaç pamuğu gibi eşyaları birbirinin üstüne atıp darmadağın ederler. Açlıktan yeni çıkmış gibi evde yiyecek namına ne varsa silip süpürürler. Bazen de geceleri silahlı gençler kapısını çalıp ekmek ister, çok sürmez ardından bu defa gerilla kılığına bürünmüş sivil polisler gelip ekmek ister. Hêvî çok şey görüp çok şey yaşayan biri olduğu için gelenlerin hiçbirine kapıyı açmaz: “Evde yalnız başıma bir kadınım, kapıyı kırsanız da, beni öldürseniz de açmam,” der. At izinin it izine karıştığı bir zaman. Hava puslu, geceleri kalaşnikoflar yıldız avlamaktadır.

Yağmurlu soğuk bir akşam vakti askerler dağ yolundan Beşevler’e yakın bağların arasındaki patika yol ayrımında görevli subayın emri üzerine bir nizam dâhilinde dizilir, giriş tutulur. Bir grup asker de Beşevler’i ser-halka kuşatır. Evin köpeği Çomar ininden çıkıp havlamaya başlar. O sırada Hêvî tek katlı evinde yaktığı sobanın başında yaşlı kayınvalidesi Zeliş’le bir yandan ısınırken bir yandan da gelin kaynana sobanın sıcaklığında dertleşmekte; konu komşudan, bağ bahçeden, havaların soğumasından, geçmişteki yaşanmışlıklardan, gurbetteki çocuklardan ve akrabalardan konuşarak sözü söze eklemektedirler. Gece kuşu misali evde oturmasını bilmeyen kocası Şahan her zaman olduğu gibi yine kahvede arkadaşlarıyla oyun oynamaktadır. Köpeğin havlamasını duyunca Hêvî, içgüdüsel olarak hemen pencereye dönüp bakar, gecenin karanlığında pencerenin önünden birden gölgemsi görüntülerin geçtiğini görür. Başka kim olur bu zamanda asker ve polislerin dışında, evde yine arama yapmaya geldiler diye hızlıca düşünür, kayan bir yıldızdan çok daha hızlı yerinden fırlayarak oğullarından birinin can güvenliği için bir dönem sürekli üzerinde taşıdığı, kasabayı terk ederken de emanet olarak bıraktığı tabancayı saklı olduğu yerden alarak şalvarının içerisine yerleştirir. Zeliş’e, fısıltıyla, “Askerler kapıda...” sözünü daha tamamlayamadan kapı üst üste dövülmeye başlanır. Tedirginlik ve korku içinde kapıyı açar. Askerler içeri doluşur, görevli Subay; “Bizimle geliyorsun” deyip dışarı çıkartır. Zeliş korkudan sesini çıkaramaz, bir şey yapamamanın öfkesiyle hırsından ve korkusundan oturduğu yerde ağlamaya başlar.

Subay Hêvî’nin kolundan çekiştirerek evlerinin batı yanında bulunan iki katlı yıkık evin alt katına götürür. Kapı eğreti bir şekilde kapalı olduğu için askerden biri bir tekme vurup kapıyı açar. Önce askerler el fenerleriyle içeriye girip etrafı gözden geçirirler, sonra askerlerin “Evde kimse yok komutanım” diye bildirmeleri üzerine Subay Hêvî’nin içeriye girmesini, duvara dönmesini, ayakta beklemesini, zorluk çıkarmamasını ve sorulara doğru cevap vermesini söyler. Hêvî korkmadan, dik bir duruşla duvara yüzünü dönerek beklemeye başlar. Subay;

“Bu evde çok silah var, silahlar nereye saklandı? Söyle...”

“Bizim silahla işimiz olmaz, silah milah ben görmedim, bilmiyorum.”

Subay askerlere; “Duvarları kazın, içlerine bakın. Evin bütün bölümlerini ve zeminleri dikkatlice kontrol edin, iyice arayın” emrini verir.

Evde kimsenin oturmaması ve bakımının yapılmaması nedeniyle yapı zaten zorlukla ayakta durmakta, çürümüşlük ve nem kokmaktadır. Duvarların yer yer çatlaması, sıvaların çoğu yerde dökülmüş olması, eşyaların gelişi güzel sağa sola atılması toz, kir ve pas sanki bir zamanlar konak olan evin acınası terk edilmişliğini göstermektedir. Subay, askerlere sürekli talimat verir, her talimatla yıkık olan duvarlar daha da yıkılır. Ve bu arada aklına birden gelmiş ve de çok önemliymiş gibi ani bir dönüşte bulunarak Hêvî’ye;

“Senin kaç çocuğun var?” diye sorar.

“Sekiz çocuğum var.”

“Bu kadar çocuğu neden yaptın?”

Hêvî bu soru karşısında Kuran (Bakara 223)’da geçen “Kadınlarınız sizin için bir tarladır, tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın” ayetinden azade, evlerinin önünde bulunan, çocukların rahatça oyun oynadıkları tarlalar aklına geldiğinden;

“Tarla genişti, bol çocuk yaptık.”

“Haaa... öyle mi?” deyip, muzipçe güler Subay.

Beşevler’de bunlar olurken Şahan kahvede domino oyununu kazanmış olmanın rahatlığıyla kalkar, her zamanki gibi büfeden 35’lik bir rakı alarak dağ yolundan yokuş yukarı evin yolunu tutar. Çocuklarının birbiri ardı sıra aralıklarla bir dönem cezaevinde kalmaları, gözaltına alınmaları, ekonomik sıkıntılar, insanların darbe sonrası riyakâr olmaya başlaması, yalnızlık duygusu, bunaltıcı siyasi baskılar ve sürekli evin aranıp çocuklarının sorulması canını sıkmakta, kimselere belli etmese de içi içini yakmaktadır. Dik duruşundan vazgeçmez, ama sıkıntılarından birazcık uzaklaşmak ister, akşamları içmeye başlar. Gazete kâğıdına sarılı rakısı paltosunun iç cebinde, kafasında binbir düşünce, yakası kalkık paltosuna bürünerek eve bir an önce varmak amacıyla adımlarını hızlandırır. Dağ yolunda mahallenin bitiminden sonra yolun iki tarafındaki ağaçların dalları rüzgârda sürtündüğünden ürkütücü acayip sesler çıkartır, aldırmaz ama rüzgâr, yağmur ve çamur hızını keser. Dağ yolunda Beşevler yol ayrımına geldiğinde, silahlı askerlerin yolu kapattıklarını görür ve: “Kim bilir yine kimin anasını belleyecekler bu gece vakti” diye içinden geçirir. Ama kendi hanımının zorda olduğu aklına gelmez. Sorgulama ve kimlik kontrolünden sonra geçişine izin verilir. Bağların arasındaki yılankavi kıvrılan patika yoldan ayakkabılarına çamur bulaşmamasına dikkat ederek evlere yakın geldiğinde Çomar’ın sürekli havladığını, tüm evlerin askerlerce kuşatılmış olduğunu gecenin karanlığında fark eder. “Yine oğlanları sormaya gelmişler” deyip, içinden basar küfrü. Evlerinin yanındaki iki katlı boş evin önüne geldiğinde; evin kapısının açık ve içerisinin asker dolu olduğunu, askerlerin ellerinde el fenerleri kazma ve kürekle evin iç duvarlarını kazdıklarını, eşinin esas duruşta duvara dönük ayakta tutulduğunu ve yanında da bir subayın olduğunu el feneri ışığında görür, tepesi atar. Askerlerin arasından Subay’a yaklaşarak: “Bu yaptığınızın ne dinde, ne insanlıkta, ne de yasalarda yeri vardır. Bir kadını böyle ayakta tek başına nasıl tutarsınız karanlıkta bu viran evde?” diye, tepki gösterir, Subay, sıtma görmemiş bir sesle:

“Fazla konuşma. İhbar var. Bu evde kalaşnikof saklıyorsunuz.”

“Silah varsa arayın. Eşimi rehin alınmış gibi gecenin karanlığında, kimsenin oturmadığı bir evde tek başına neden ayakta bekletiyorsunuz? Bu yıkık evin bekçisi biz miyiz?” diye karşılık verince, Hêvî evine gönderilir. O’nun yerine Şahan paltosunun iç cebindeki rakı şişesiyle harabe evde duvara dönük kavak ağacı gibi dikilerek ayakta bekletilir.

 

Hêvî kendi evine gelip odaya girdiğinde, odanın kötü koktuğunu fark eder, Zeliş’in ağladığını da görünce altına pisleyip çişini ettiğini anlar. “Seni alıp götürdüklerinde bir şeyler yapacaklar diye çok korktum,” der, ağlamasını sürdürür. Hêvî korkmamasını, kendisine bir şey yapmadıklarını, sadece silah araması yaptıklarını, Şahan’ın da kahveden geldiğini söyleyerek sakinleştirmeye çalışır. Acele tarafından da bir şeyler bulup hemen Zeliş’i temizler, giysilerini değiştirir. Pislenmiş elbiseleri bir poşete doldurup daha sonra çöpe atılmak üzere kapı arkasına atar. Geçmişte yaşanmış hangi olayın tanıklığı veya anlatımı bu arama esnasında Zeliş’in aklına geldi de korkudan altına pislediğini sormaz.

Boş, virane evde uzun aramalardan sonra bir şey bulunmaz. Bunun üzerine; “Sizin oturduğunuz evde de silah araması yapılacak, düş önümüze” deyip, önde Şahan arkada askerler açık bırakılan kapıdan eve girerler. Kimsenin yerlerinden kıpırdamamasını tembihlerler. Şahan’ı yanlarına alarak askerler evdeki bütün odaları, kap kacağı, yatakları, sandıkları aramaya başlarlar. Bu arada bir beyaz Toros taksi ile beş altı sivil polis de gelir, içlerinden biri Subay’la konuşur ve aramaya onlarda katılırlar. Arama yaparken kasıtlı olarak her şeyi birbirine karıştırırlar, evi darmadağın ederler. Yerlerde serili halılar, kilimler, yolluklar, her taraf potinlerinin çamuru altında kalır, ev çamur deryasına dönüşür. Bu esnada aramalar nedeniyle ahırdaki inek aç, susuz kaldığından ve süt sağım saatinin geçmiş olmasından dolayı sürekli rahatsızlığını ifade eden böğürmeleri ile Hêvî’ye seslenmeye başlar. Hêvî, görevli Subay’a; 

“Ahırda inek aç ve susuz, yazıktır. İzin verin de gideyim hayvana yem ve su vereyim.”

“Yerinizden kalkmayın, oturun. Biz burada olduğumuz süre içerisinde bizden izinsiz hiçbir şey yapılmayacak!”

 Şahan ayakta, Hêvî ve Zeliş oturur vaziyette olup biteni izlemeye çalışırlar. Ama inek durmadan möö möö diye seslenmeye devam eder. 

Hêvî yeniden Subay’a; “Yazıktır, ne olur bırakın hayvanın yemini ve suyunu vereyim, sütünü sağayım,” deyiverir.

 Subay; “Sen ne laf anlamaz kadınsın? Korkmuyor musun bizden?” diye çıkışır.

 “Hayır, neden korkayım ki...”

 Subay biraz düşündükten sonra Hêvî’nin yüzüne bakmadan sert bir tavırla;

 “Haydi, git, ama fazla oyalanma,” deyip iki askeri de peşinden gönderir.

 Hêvî, sakince ineğin yemini ve suyunu verir. Sütünü sağar. Süt kovası elinde askerlerle birlikte geri döner. Sütü mutfakta tezgâha bırakır. Asker ve polisler de evde aramalarını bitirmiş, bir şey bulunmamıştır. Ne hikmetse bu aramada kimsenin üzeri aranmaz. Ne Şahan’ın paltosunun iç cebindeki rakıya bakarlar ne de Hêvî’nin şalvarında saklı tabancanın farkına varırlar. Arama bittikten sonra Subay; “Yemeye bir şey yok mu?” diye, sorar. Çay yapılır. Çayın yanında evde ne varsa yiyip bitirirler. İnekten yeni sağılan kovadaki taze çiğ süt bile kaynatılmadan içilir. Yeme işi bittikten sonra evin içinden çıkıp, dışarıda bekleyişe geçerler. Bir süre sonra da toparlanıp gitmeye hazırlanırlar. Şahan yanlarındadır. Beşevler’in bitimine kadar asker ve polislere eşlik eder, köpeği Çomar da kendisini siper alarak sürekli havlamaktadır. Son evin önüne geldiklerinde sivil polislerin ekip amiri belinden tabancasını çıkartarak bir şarjör mermiyi aileye duyduğu kin ve evde hiçbir şey bulamamanın hıncıyla köpeğin bedenine boşaltır. Köpek can havliyle çırpınarak yere yığılır. Havlamanın yerini acı inlemeler alır. Yerde kıvranır, can çekişmeye başlar. Bedenini hareket ettirmeye çalışsa da gücü yetmez. Titreyerek yaşlı gözlerini kapar. Sessizlik oluşur. Şahan donup kalır, buz kesilir. Üzüntü, kızgınlık ve çaresizliğini kuşatan bir şaşkınlıkla çömelerek vedalaşırcasına köpeğin başını okşar. Subay’a: “Her şey tamamdı da, bu, fazla oldu,” diyebilir ancak. Tabancayı ateşleyenden ve diğerlerinden ses çıkmaz, hiçbir şey olmamış gibi çekip giderler. Şahan bir süre köpeğin başında kalır, sonra üşüdüğünün farkına varınca evine gitmek için kalkar, iki katlı harabe evin önündeki üzüm çardağının altına geldiğinde duyuru yaparmışçasına “katiller, insan olup aramızda yaşıyor”, “katiller, insan olup aramızda yaşıyor”, “katiller, insan olup aramızda yaşıyor,” diye söylenerek soluk sokak lambasının aydınlığında evine girer.

 Hêvî, yağmur, rüzgâr ve kapıların kapalı oluşundan dışarıdaki konuşmaları ve silah seslerini duymaz. Asker ve polislerin evden çıkmasıyla üzgün, ama kızgın bir vazıyette kendi kendine söylenerek evini düzene koymaya, postallarının neden olduğu çamurları temizlemeye başlar.

 Zeliş korku ve üzüntünün yorgunluğuyla sobanın yanında kıvrılarak uyur.

 Şahan eve girer girince paltosunun iç cebinden şişesini çıkartır, bardağına sek bir rakı doldurur, yudumunu alır, sonra isyan ve öfke dolu olarak dudaklarından doğaçlama şu dizeler dökülür:

 “Zulüm ve ev aramalarından bıktım usandım

Hiç yere bir köpeğin vuruluşundan utandım

Teselli için mey diye bir kâse içkiye kandım

Yazık. ‘Ya sabır’ deyince bunlar geçer sandım.”

(Berfin Bahar Aylık Kültür, Sanat ve Edebiyat Dergisi, Yıl: 24, Sayı: 263, Ocak 2020)


kadıköy escort
escort
masaj
ataşehir escort
ümraniye eskort
kartal escort
istanbul spa
istanbul masaj
kadıköy escort
masaj
ataşehir escort
masöz
maltepe escort
ataşehir escort
anadolu yakası escort
kadıköy escort
anadolu yakası escort
ümraniye escort
şerifali escort
üsküdar escort
erenköy escort
ataşehir escort
ümraniye escort
şerifali escort
samandıra escort
pendik escort
kurtköy escort
kartal escort
gebze escort
tuzla escort
bostancı escort
göztepe escort
beykoz escort
suadiye escort
escort bayan
seks hikaye
ankara escort
izmir escort
maltepe escort
escort bayan
anadolu yakası escort
kadıköy escort
maltepe escort
kadıköy escort
pendik escort
ataşehir escort
kadıköy escort
göztepe escort
maltepe escort
bostancı escort
ankara escort
kocaeli escort

teknoloji haberleri | ev yemekleri | sağlık | son dakika haber | kadınca | tatlı tarifleri | moda | bilim | haber | sağlıklı yaşam | av forum

DİĞER YAZILARI Sömürgecilik ve Shakespeare’in Fırtına’sı 01-01-1970 03:00 Rüya, Rüya Yorumlama, Rüyam 01-01-1970 03:00 Rüyam ve “Mühendislik Felsefesi” 01-01-1970 03:00 Kör Talih, Lâl Tarih ve İki Mesaj 01-01-1970 03:00 Tarih ve Beklenen Öcalan Çağrısı  01-01-1970 03:00 Hegel Niçin Dil Konusunda Leibniz’i Eleştirir? 01-01-1970 03:00 Herkes Kendi Hayatının Yükünü Taşır 01-01-1970 03:00 “Toplam Kalite ve Süreç Yönetimi”ne Dair 01-01-1970 03:00 “Jiyana Nîvkuştiyan” 01-01-1970 03:00 Beşir Doğan Yoldaşımın Anısına… 01-01-1970 03:00 Hoşot (Dicle) Anıları ve Önemli Bir Öneri 01-01-1970 03:00 “Felsefe ve Matematiğin Yoldaşlığı” Yazıma Gelen Yorumlar 01-01-1970 03:00 “Yaşam-Jiyan” Resim Sergisine Dair 01-01-1970 03:00 Güzel İnsan Kamil Sümbül’ün Ardından 01-01-1970 03:00 Hafız, İskân Azizoğlu ve Bir Fotoğraf 01-01-1970 03:00 Bir Çevirmen, Bir Kitap ve... 01-01-1970 03:00 Hafız, Nişo ve Kavalın Büyülü Gücü 01-01-1970 03:00 Eğitim Aykırı İnsanlar Yetiştirmeli 01-01-1970 03:00 Genç Bir Yazarımız: Neçirvan Bozkaplan 01-01-1970 03:00 HOROZLAR NEDEN ÖTÜYOR? 01-01-1970 03:00 Batman’dan Kızıl Bir Yıldız Kaydı 01-01-1970 03:00 Ses Evreninde Efsunlu Bir Rum Kızı: EFTALYA 01-01-1970 03:00 “Endişesiz Bir Ülke, Endişesiz Bir Dünya İçin...”(2) 01-01-1970 03:00 “Endişesiz Bir Ülke, Endişesiz Bir Dünya İçin…”(1) 01-01-1970 03:00 Dengbêj Gulo’nun Ardından Kılamlar Yetim Kaldı! 01-01-1970 03:00 Dengbêj Zifqarê Gulo’nun Ardından... 01-01-1970 03:00 4. Çermik Kitap Fuarı İzlenimlerim 01-01-1970 03:00 Bazı Şeyler Maalesef Unutulmuyor 01-01-1970 03:00 “Yok Sessizlikten Başka Sesimiz” 01-01-1970 03:00 “Yeraltı Edebiyatı”na Dair Aldığım Yazılar -3 01-01-1970 03:00 “Yeraltı Edebiyatı”na Dair Aldığım Yazılar -2 01-01-1970 03:00 “Devlet Aklı İnsan Merkezli Olmalı” 01-01-1970 03:00 “Yeraltı Edebiyatı”na Dair Aldığım Yazılar-1 01-01-1970 03:00 Öfkelilerin Öfkesi: “Yeraltı Edebiyatı” 01-01-1970 03:00 “Olası Bir Dicle Romanına Katkı” ve Hafız’ın Sözsüz Ezgileri 01-01-1970 03:00 Bazı İnsanlar Neden Daha Başarılı Olur? 01-01-1970 03:00 Bilgisayarla tanışmam ve “kâinatın hâkimleri” 01-01-1970 03:00 Belalı Sevdalımız: MAKİNELER 01-01-1970 03:00 “Kara Yara”nın Romanı: Önce Kuşlar Öldü 01-01-1970 03:00 “Hafız Zülfo’nun Kavalı Ergani İstasyonunu İnletiyordu” 01-01-1970 03:00 Geçmişe Bir Yolculuk ve Bir Demet Şiir 01-01-1970 03:00 Recep Maraşlı’nın Kitabı: Pasolini’nin Filmi ve Diyarbakır 5 No’lu 01-01-1970 03:00 Teknolojik İşsizlik ve Gelecek Korkusu 01-01-1970 03:00 Ütopya, Distopya ve “Çalışılmayan Bir Dünya” Müslüm Üzülmez 01-01-1970 03:00 Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri Üzerine 01-01-1970 03:00 Gül, Gulan, Anam 01-01-1970 03:00 Bir Fotoğraf Bazen Çok Şey Anlatır 01-01-1970 03:00 Fersûde [فرسوده]/ Erganili Mesud [ارغنيلى مسعود] 01-01-1970 03:00 Demokratik Tartışma Kültürü Üzerine 01-01-1970 03:00 Ukrayna-Rusya Savaşından Çıkardığım Bir Sonuç 01-01-1970 03:00 Kötülük ve Pislikler Çoğunlukla Kutsallık Adına Yapılır 01-01-1970 03:00 Tez ve Antitez Değiştiyse, Sentez de Değişmek Zorundadır 01-01-1970 03:00 Strateji, Gelecek, Kavramsal Tohumlar 01-01-1970 03:00 “Büyük Dönüşüm”, Korona, Geleceğimiz 01-01-1970 03:00 Elbet Gün Ağarır Anne(1) 01-01-1970 03:00 Cemal Süreya’nın Kanayan Yarası 01-01-1970 03:00 Mezopotamya ve Coğrafya Kaderdir Kitabı 01-01-1970 03:00 “Bêje çiyayêreş, ceylanı nasıl yem ettin kurda” 01-01-1970 03:00 Düşünmenin Düşünülmesi 01-01-1970 03:00 Kardeşime Gece Gelen Şiir 01-01-1970 03:00 Brzezinski’nin Ölümünün Hatırlattıkları 01-01-1970 03:00 Arzu Hayatın Kayıtsızlık Ölümün Belirtisidir 01-01-1970 03:00 Erganililer Kültür ve Dayanışma Derneği’nin Kongresinden İzlenimler 01-01-1970 03:00 Bedros Dağlıyan ve Dengbêjin Gölgesinde Taş Meselleri 01-01-1970 03:00 ÇERMİK HALKINA SAYGI İLE DUYURULUR, 01-01-1970 03:00 Kapitalizmin Mutasyonu, Yenilgimiz ve Yeniden Düşünmek 01-01-1970 03:00 Kumar, Dostoyevski ve Babam 01-01-1970 03:00 Sıradan Küçük İnsanlar… 01-01-1970 03:00 TÖS İle İlgili Arşivimde Bulunan Bir Fotoğraf 01-01-1970 03:00 Ergani’deki “Taş Mektep” ve Diyarbekir Eğitim Tarihi 01-01-1970 03:00 Bir İstihbaratçının Kaleminden Mezopotamya’nın İşgali 01-01-1970 03:00 Duygularım, Petersburg ve Dostoyevski’nin Acısı 01-01-1970 03:00 Çermik Dağlarında Gezer Bir Devrimci 01-01-1970 03:00 MUSTAFA SUPHİ Karanlıktan Aydınlığa 01-01-1970 03:00 MUSTAFA SUPHİ Karanlıktan Aydınlığa 01-01-1970 03:00 Mavi Çarşaflar Altında Saklanan Acılar 01-01-1970 03:00 Yanlış Hesap Davos’tan Döndü Gibi 01-01-1970 03:00 Dicle İlk Öğretmen Okulu İle İlgili Aldığım Bir Yazı 01-01-1970 03:00 Dostum Misbah Hicri’nin ardından… 01-01-1970 03:00 Şiir Okuyan Garip Bir Adam 01-01-1970 03:00 Dönemin Marazi Belirtileri 01-01-1970 03:00 Hiçbir Şey Gerçekler Kadar Acı Değildir 01-01-1970 03:00 Bölünme ve “Bölünmenin Acısı” (II) 01-01-1970 03:00 Bölünme ve “Bölünmenin Acısı” (I) 01-01-1970 03:00 Evlerde Yapılan Rakılara Rakı Diyebilir miyiz? 01-01-1970 03:00 Bir Kitap ve Bir Mekân: GÖBEKLİ TEPE 01-01-1970 03:00 Bilimin Seyri, Paradigmalar ve COVID-19 01-01-1970 03:00 'Sosyal Mesafe' mi, 'Fiziksel Mesafe' mi? 01-01-1970 03:00 Kara Bulutlar Tepemizde Dolanıyor 01-01-1970 03:00 Kahveler Tek Başına İçildiği İçin Tadı Yok 01-01-1970 03:00 Şairimiz Vecdi Subaşı’yı Yitirdik 01-01-1970 03:00 Kavalından Çıkan Sesle Bütünleşen Kavalcı:HAFIZ ZÜLFİ YOKUŞ(1) 01-01-1970 03:00 Kavalcı Hafız Zülfi Yokuş’la İlgili Bir Düzeltme 01-01-1970 03:00 Harika Bir İnsan Hakkında Harika Bir Kitap: Karanlıktaki IşıkYILMAZ GÜNEY 01-01-1970 03:00 Çiçek Kar Altında Yeşerir 01-01-1970 03:00 Şampanya İçerek Yaşamdan Ölüme Geçen Ölümsüz:Anton Çehov 01-01-1970 03:00 Bülbülün Kanıdır Güle Rengini Veren 01-01-1970 03:00 Bülbülün Kanıdır Güle Rengini Veren 01-01-1970 03:00 Gömülü Şamdan ve Satranç 01-01-1970 03:00 “Savaş ve Amerikan Ekonomisi” 01-01-1970 03:00 Önce Beyazken Sonra Neden Kırmızı Oldu Gül? 01-01-1970 03:00 İngiltere’nin Kürt Politikası (1918-1932) 01-01-1970 03:00 Bilimkurgu Sadece Bilimkurgu Değildir 01-01-1970 03:00 İyi Kötü, Güzel Çirkin… 01-01-1970 03:00 Akıllı Teknolojik Cihazlarla Birlikteliğimiz? (II) 01-01-1970 03:00 Akıllı Teknolojik Cihazlarla Birlikteliğimiz? (I) 01-01-1970 03:00 Ben Sevgili Dayımı Türkiye Önemli Bir Değerini Yitirdi 01-01-1970 03:00 Bahar, Gül ve Bir Mayıs 01-01-1970 03:00 Her Dönemin Kendine Göre Bir Parmak İzi Olur-2 01-01-1970 03:00 Her Dönemin Kendine Göre Bir Parmak İzi Olur-1 01-01-1970 03:00 Akıllı Makinelere Hapsedilmiş Bir Gelecek 01-01-1970 03:00 Yapay Zekâya Kai-Fu Lee’nın Yaklaşımı-2 01-01-1970 03:00 Yapay ZekâyaKai-FuLee’nın Yaklaşımı-1 01-01-1970 03:00 Mezopotamya ve Coğrafya Kaderdir Kitabı 01-01-1970 03:00 Amerikan Soğanı ve Soğanın Marifetleri 01-01-1970 03:00 İki Dosttan İki Kitap – Müslüm Üzülmez 01-01-1970 03:00 Bazı şeyleri unutmamak için yazmak Lazım 01-01-1970 03:00 “İdama Yürüyen Adam” 01-01-1970 03:00 “Arkamdan kimse ağlamasın” 01-01-1970 03:00 Karanlıkta Ne Çiçek Açar Ne Düşünce Filizlenir 01-01-1970 03:00 Tarım ve Uygarlığın Başlangıç Noktası 01-01-1970 03:00 Dünyada Madenciliğin İlk Başlangıç Noktası 01-01-1970 03:00 Ergani-Maden İlişkisi ve Ergani Bakır Maden İşletmesi Üzerine 01-01-1970 03:00 Fazla Kitap Göz Çıkarmaz, Ama… 01-01-1970 03:00 Dil, “Zihnin Aynası”dan Çok Daha Fazlasıdır 01-01-1970 03:00 Hefaystos, Bir Mayıs ve Ergani İsminin Kökeni 01-01-1970 03:00 Bir Tatlı Yanılgı: “Görünüyorum O Halde Varım” 01-01-1970 03:00 Ağza Giren İnsanı Kirletmez Ağızdan Çıkan Kirletir 01-01-1970 03:00 Adnan Aral’ın Ardından… 01-01-1970 03:00 İşimiz Zor 01-01-1970 03:00 “Çiçekler Özgürlük Ortamında Nefeslerinin Kokusunu Yayar” 01-01-1970 03:00 3.Nuh’un Adamı Enver Atılgan’ın Anısına 01-01-1970 03:00 2.Nuh’un Adamı Enver Atılgan’ın Anısına 01-01-1970 03:00 1.NUH’UN ADAMI ENVER ATILGAN’IN ANISINA 01-01-1970 03:00