Türkiye ekonomisi her Aralık ayında aynı tiyatroyu sahneliyor: Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplanıyor, milyonlarca vatandaşa umut dağıtılıyor, fakat masadan çıkan rakam halkın sofrasına hiçbir anlamda yansımıyor. Ekonominin en kırılgan grupları olan asgari ücretliler ve emekliler, adeta “istatistiklere kurban edilen” bir topluluk haline getiriliyor.

Merkez Bankası beklentileri ve piyasanın fiyatladığı veriler, 2026 asgari ücretinin yüzde 25–30 bandında artacağını gösteriyor. Yani kâğıt üzerinde 27.600 TL – 28.700 TL arası bir rakam konuşuluyor.
Ekonomik karşılığı? Hiçbir şey.
Çünkü vatandaşın yaşadığı gerçek enflasyon, resmi rakamlarla değil, bakkalın, kasabın ve ev sahibinin belirlediği fiyatlarla ölçülüyor.

Asgari Ücret Artmıyor, Sadece Enflasyonun Gerisinde Sürünüyor

Türkiye’de asgari ücret artık bir gelir değil, fakirlik sınırının resmî belgesidir.
Bugün büyük şehirlerde ortalama kiralar, asgari ücretin yarısını değil, neredeyse tamamını yutuyor. Konut fiyatları hâlâ köpüklü, gıda enflasyonu iki haneli değil, üç haneli hissediliyor. Asgari ücretlinin aldığı zam daha cebine girmeden buharlaşıyor.

Ekonomik gerçek çok basit:
Nominal ücret artıyor, reel ücret düşüyor.

Yani zam geliyor ama alım gücü eriyor.
Böylesine yapısal bir erimenin olduğu bir ekonomide refahtan söz etmek imkânsızdır.

Asgari ücretin, sadece TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranına göre belirlenmesi artık teknik bir hata değil, toplumsal bir travmadır. Çünkü asgari ücretin bugün konuşulan düzeylere çıkması bile çalışanı açlık sınırının sadece biraz üzerine taşıyor, yoksulluk sınırı ise hayallerin çok ötesinde kalıyor.

Emekliler İçin Ekonomi Değil, Hayatta Kalma Mücadelesi Var

Gelelim en acı bölüme: Emekliler.

15 milyonu aşan bir kitle düşünün… Hayatının en verimli yıllarını bu ülke için çalışmış, üretmiş, vergi vermiş insanlar bugün açlık sınırının bile altında bir gelire mahkûm ediliyor. En düşük emekli maaşı, bırakın asgari ücreti, temel yaşam maliyetlerinin yarısına bile yaklaşamıyor.

Soruyorum:
Bu nasıl bir ekonomik modeldir?
Bir ülke, emeklisini geçinemeyecek düzeyde bırakarak hangi sosyal devlet ilkesinden bahsedebilir?

Emeklilere yapılan zam oranlarının, asgari ücrete yapılan artışlardan bile düşük tutulması, ekonomik bir tercihtir. Bu tercihin adı da nettir:
Emeklilerin refahından vazgeçmek.

Üstelik 2008 sonrası yapılan düzenlemelerle emekli maaşlarının asgari ücrete oranı sistematik şekilde düşürülmüş, kök aylıklar donmuş, tamamlayıcı ödemelerle “makyajlanmış” bir maaş sistemi oluşturulmuştur. Bu sistemin adı emeklilik değildir; bu sistem, insanları bağımlı ve yoksul bir kitleye dönüştüren bir kontrol mekanizmasıdır.

Ekonominin Gerçekleri ve Çıkarılması Gereken Ders

Ücret politikası, sadece çalışanı değil; talebi, piyasayı, tüketimi, üretimi ve en önemlisi toplumsal huzuru belirler. Asgari ücretin reel olarak düşmesi demek, ekonominin her alanında yavaşlama, durgunluk ve kırılganlık anlamına gelir.

Bugün Türkiye’de ücretliler tüketemiyor.
Tüketemeyen ekonomi büyüyemez.
Büyüyemeyen ekonomi yatırım çekemez.

Bu kadar basit bir mekanizma bile görmezden geliniyorsa, mesele ekonomik değil, politik bir tercihtir.

Asgari ücretin ve emekli maaşlarının belirlenmesinde artık sadece enflasyon değil, gerçek hayat dikkate alınmalıdır. Aksi takdirde bu ülke, çalışan nüfusunu yoksullaştırarak büyümeye çalışan bir ekonomi olmaya devam edecektir—ki tarihte hiçbir ülke böyle bir modeli sürdürebilmiş değildir.

Sonuç: Ücret Politikası Bir Ülkenin Karakteridir

2026 yılı için belirlenecek asgari ücret ve emekli zamları, sadece bir maaş tartışması değildir.
Bu mesele, devletin kendi vatandaşına nasıl baktığının, nasıl bir toplum hayal ettiğinin bir göstergesidir.

Ya çalışan ve emekli kesimini ayağa kaldıran bir model kurulacak…
Ya da derinleşen yoksulluğun yarattığı sessiz fırtına, ekonomide ve toplumda çok daha büyük sorunlara yol açacak.