Siz ister inanın ister inanmayın, milyonlarca, hatta milyarlarca insan bu hikâyelere veya kıssalara inanıyor. Kutsal metinlerde geçen bu hikâyelerin kökenini bazı bilim insanları Sümer mitolojisine dayandırsa da bu, o kadar önemli değil. Önemli olan, insanların bu anlatılara inanması ya da o kültür içinde büyümüş olmasıdır. Günümüzde de üç semavî/İbrahimi dine mensup insanlar bu kültürle yaşamlarını sürdürüyor.
Yaklaşık üç aydır Ergani/Diyarbakır’dayım. Geçenlerde tanıdığım, benden yaşça büyük bir amcayla Ergani Parkı’nda karşılaştım. Uzun yıllardır görüşmemiştik. Ayaküstü hâl hatır sorduktan sonra bir banka oturduk. Bana şöyle dedi:
“Heyder, çocuklar senden bahsediyor; zaman zaman yazılarını bana da okuyorlar. Seviliyorsun, yazılarını beğenerek okuyoruz. Ama bu dediklerimi aklından çıkarma: ‘Bu topraklar lanetlidir.’ İlk kardeş kanının bu topraklarda aktığını, ilk kardeşler arasında miras kavgasının bu topraklarda yaşandığını unutma.”
Ben de araya girip kardeşler arasındaki miras kavgasını sordum. “Nuh’un çocukları Sam’la Ham arasında yaşananları bir araştır,” dedi. “Tamam,” dedim ve gülerek ayrıldık.
Sözümü tuttum. Dersimi çalışarak, kardeş kanı ile miras yüzünden kin ve nefret tohumları ekilen Sam ile Ham arasındaki kıssayı öğrendim. Bu iki kıssayı izninizle sizlerle paylaşmak istiyorum.
Birinci Kıssa: İlk Cinayet
Yaradılış kuramına göre anlatılan ilk hikâye, Adem ile Havva’nın oğulları Habil ile Kabil’in kıssasıdır. Bu anlatı, tüm İbrahimi dinler açısından önem taşır. Hikâye özetle şöyledir:
Havva hamile kaldı ve biri kız, diğeri erkek olmak üzere ikiz doğurdu. Yaklaşık yirmi kez doğum yapan Hz. Havva, biri hariç hep ikiz doğurdu. Böylece yeryüzünde insan sayısı artmaya başladı. Hz. Âdem, ilk oğluna Kâbil, ikinci oğluna ise Hâbil adını verdi. Ergenlik çağına geldiklerinde, onları kız kardeşleriyle evlendirmek istedi.
İlk doğan Kâbil çiftçi, kardeşi Hâbil ise çobandı. Tanah’a (Yahudiliğin kutsal kitabı) göre, Kâbil kardeşi Hâbil’i kıskandı; ona kin ve nefret besledi ve en sonunda onu öldürdü. Böylece insanlık tarihindeki ilk cinayet işlendi.
Kur’an-ı Kerim’in Mâide Suresi’nde bu olay şöyle anlatılır:
“Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, ‘Andolsun, seni öldüreceğim’ dedi. Diğeri, ‘Allah yalnızca takva sahiplerinden kabul eder’ dedi.” (Mâide: 27)
“Andolsun, sen beni öldürmek için elini uzatsan da ben sana elimi uzatmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Mâide: 28)
“Ben istiyorum ki sen, hem benim hem kendi günahını yüklenip cehennemliklerden olasın.” (Mâide: 29)
Sonunda nefsi onu kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü. Böylece ziyan edenlerden oldu. (Mâide: 30)
Allah, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için bir karga gönderdi. O da, “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olamayıp kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim?” dedi ve pişmanlık duydu. (Mâide: 31)
Bu kıssada; kıskançlık, kin, nefret, sosyal statü, cinsellik, cinayet ve pişmanlık gibi insana dair tüm duygular yer alır.
İkinci Kıssa: İlk Miras Kavgası
Hatırlanacağı üzere Nuh’un üç oğlu vardı: Şem (Sam), Ham ve Yafes. Tevrat’a göre Kenan diyarı Şem’e, Bereketli Hilal’den Güney Arabistan’a kadar olan yerler ise Ham’a kaldı. Hz. İbrahim, Şem’in soyundandır. Bu nedenle Yahudi karşıtlığı “antisemitizm” olarak adlandırılır.
Jübileler Kitabı’nda, Ham’ın oğlu Kenan hakkında şu anlatı yer alır:
Ham ve Şem, Kenan’dan Şem’in topraklarına girmemesini rica ettiler. Ancak Kenan onları dinlemedi. Rav Meir Leibuş, dört Asur kralının beş Kenan kralına karşı verdiği savaşın amacının, Şem’in topraklarını Ham’ın oğullarından kurtarmak olduğunu söyler. Bu savaşta Şem’in oğlu Elam kralı Kedorlaomer öne çıkar.
Kenan ve oğulları, Ham’ın soyundan gelenlerle Bereketli Hilal’in güneyinde yaşıyordu. Ancak Şem’in miras alması gereken toprakları işgal ederek, Mısır koruması altında bölgeyi ilhak ettiler.
Tevrat’a göre Kenan, kendine ait olmayan toprağı işgal etti. Bu durum, bölgedeki tarihsel çatışmaların da başlangıcıdır. Aileler, toprak yüzünden birbirine düştü. Günümüzde kardeşler arasında süren miras ve toprak kavgalarının temeli o zamanlarda atıldı.
(Kaynak: İki Bin Elli, Koton Kitap, s. 316 – Prof. David Passig)
Bugün de Değişen Bir Şey Yok
Güneş, su ve bereketli topraklar yüzünden başlayan savaşlar bugün de sürmektedir. Savaşlar, Nil, Fırat ve Dicle nehirlerinin bulunduğu verimli “Orta Doğu” coğrafyasında yoğunlaşmaktadır. Bu kez savaşlara bir sebep daha eklendi: enerji/petrol kaynakları.
Kitab-ı Mukaddes’te Kenan diyarı “ahalisini yiyen bir memleket” olarak tanımlanır. (Sayılar 13:32)
Gerçekten de Ortadoğu, tarih boyunca halklarını yiyip tüketen bir coğrafya olmuştur.
Hiçbir dönemde kutuplarda bu tür savaşlar yaşanmadı, bugün de yaşanmıyor. Neden? Çünkü ne güneş, ne su, ne verimli toprak, ne de yaşanabilir iklim vardı. İnsanların orada yaşaması çok zordu, hatta binlerce yıl önce imkânsızdı.
Kıssalardan Hissemize Düşen:
Ağlamaya, sızlamaya, kuru gürültüye değil; sözün, yazının ve bilimin gücüne inanan biriyim. İnsanlık tarihine etki eden bu kıssalar, binlerce yıl önceden bugüne kadar ulaşabildiğine göre, artık adalet, hukuk, eşitlik, barış, emek, alın teri, hakça paylaşım ve doğa ile uyum içinde bir yaşamı savunan hikâyeler ve edebî eserler yazmak da biz aydınların boynunun borcudur.
Doğada her şey hızla değişiyor. Toplumlar ve bireyler de öyle.
Canlı olan hiçbir şey değişimin dışında değildir.
“Böyle gelmiş böyle gider.” anlayışı yanlıştır.
Bölgede yeni bir dönemin başladığı bu günlerde, bu coğrafyanın insanlarının, ayakları yere basan yeni fikirlere, demokratik kültüre ve çoğulcu uygulamalara ihtiyacı vardır.
Çözüm; despotik, tekçi ve şerî kurallarda değil; demokratik, katılımcı ve özgürlükçü anlayıştadır.
İLK CİNAYET VE İLK MİRAS KAVGASI
YORUMLAR