Bir gün kral, sarayının bahçesinde dolaşırken bir hizmetçisinin neşe içinde çalıştığını fark eder. Bu adam hep şarkı söyleyerek çalışıyor, gülümsüyor ve her hareketiyle mutluluk saçıyordur.
Oysa kral, sahip olduğu onca şeye rağmen içten içe mutsuzdur.
Meraklanır ve vezirini çağırır:
“Bu adam nasıl bu kadar mutlu olabilir? Ona az maaş veriyoruz, alt düzey bir görevde, hiçbir lüksü yok ama hayat dolu görünüyor. Oysa bende her şey var ama mutsuzum. Neden?”
Vezir bir süre düşündükten sonra cevap verir:
“Efendim, bu adam henüz 99 Kulübü’ne katılmamış,” der.
Kral şaşkınlıkla sorar:
“99 Kulübü mü? O da ne?”
Vezir gülümser:
“Eğer izin verirseniz, bunu ona yaşatarak anlatayım.”
Kral kabul eder. O gece, vezir hizmetçinin kapısına içinde 99 altın bulunan küçük bir kese bırakır.
Sabah hizmetçi keseyi bulur, heyecanla altınları sayar:
“1, 2, 3… 98, 99… 100 olması gerekiyordu!” der.
Altınları defalarca sayar ama hep 99 çıkar.
"Bir eksik var! O bir altını mutlaka bulmalıyım," diye düşünür.
O günden sonra, o eksik altını bulmak ya da kazanmak için var gücüyle çalışmaya başlar. Daha fazla para kazanmak, daha çok biriktirmek için sürekli çalışmak zorunda kalır.
Gün geçtikçe yüzü asılır, neşesi kaybolur. Eskiden şarkı söyleyerek çalışırken artık somurtmaya başlar. Sabah erkenden kalkar, gece geç saatlere kadar çalışır ama aradığı mutluluğa bir türlü ulaşamaz.
Kral tekrar vezirine sorar:
“Ne oldu bu adama?”
Vezir gülümseyerek cevap verir:
“Efendim, artık o da 99 Kulübü’nün bir üyesi.
Sahip olduklarına şükretmeyi bıraktı, bir eksikle mutsuz olmayı öğrendi. O son altının peşinde koşarken, geri kalan 99’un keyfini bile çıkaramıyor.”
Evet…
Hepimiz fark etmeden bir kulübün üyesi olabiliriz, adı: 99 Kulübü…
O “son altın” kimimiz için daha iyi bir araba, kimimiz için daha büyük bir ev, kimimiz için daha yüksek bir kazanç. Tüm odağımız o son altındadır. Onu bulunduğumuzda huzurun geleceğine, mutlululuğun yakalanacağına inanırız. Bu yüzden sabahlarımız telaşlı, akşamlarımız yorgun, zamanımız ise su misali akıp geçerken anı kaçırırız.
Elimizdeki 99 altınla harika şarkılar söyleyebilecekken, neşemizi o “bir eksik altına” teslim ederek geçiriyoruz günlerimizi.
Yakın zamanda sosyal medyada bir video izledim. Şöyle diyordu:
Warren Buffet diye bir adam var, hâlâ hayatta ve 94 yaşında. Tahmini serveti 128 milyar dolar. Hâlâ Berkshire Hathaway’in CEO’su olarak aktif bir şekilde iş hayatının içinde. Yediği önünde, yemediği arkasında bir iş insanı…
Sonra kritik bir soru soruluyor:
“Şu an 94 yaşında, 128 milyar dolar serveti olan Warren Buffet ile yer değiştirmek ister miydin?”
Çoğu insan bu soruya “Hayır” cevabını veriyor. Çünkü onlar da biliyor: Yaşam, sahip olunabilecek en büyük servettir.
Bu kez aynı soruyu Warren Buffet’a soruyorlar:
“Şu an 45 yaşında biriyle yer değiştirmek ister miydin?”
O ise büyük bir “EVET” cevabı veriyor.
Muhtemelen biz de onunla aynı cevabı verirdik. Çünkü onun inandığı şeye biz de inanıyoruz: Yaşam, en büyük servettir. Bu inancı zihinsel çalışmalar ve doğru alışkanlıklarla güçlendirebiliriz. Bu tamamen bizim elimizde.
Sosyal medya, diziler, filmler, reklamlar ve özellikle içinde yaşadığımız kapitalist düzen, bize sürekli eksik olduğumuzu fısıldıyor. Bir şeyler satın alırsak veya bir şeyler yaparsak tamamlanacağımızı söyleyen mesajlar, her an beynimize pompalanıyor.
Her an eksik olduğumuz bize hissettirilerek sürekli o “son altının” peşinde koşmamız isteniyor. Bu iletişim ağı içinde başkaları harika bir hayat yaşarken, biz ise hep perişanmışız gibi bir izlenim yaratılıyor. Ve çoğu zaman biz de kendimizi buna kaptırıp sürüye uyuyoruz.
Kendimizi sürekli birileriyle kıyaslarken buluyoruz. Oysa çok iyi biliyoruz ki bu kıyaslamanın bir sonu yok ve asla olmayacak. Kıyaslamak, aslında bir çeşit intihardır. Bu alışkanlıktan vazgeçmek hem yaşam süremizi uzatır hem de daha mutlu bir hayat yaşamızı sağlar.
Bu tuzaktan kurtulmak için “Nelerim yok?” sorusunu, “Nelere sahibim?” sorusuyla değiştirmeliyiz. Çünkü bizi bu tuzaktan kurtaracak kimse yok; bu tamamen bizim elimizde. Bu yüzden beklentilerimizi şükürle değiştirmeli ve küçük adımlarla bu sürünün dışına çıkmaya başlamalıyız.
Hayatımızı sahip olmadıklarımız değil, sahip olduklarımızla yönetebiliriz. Bizi hayallerimize, hedeflerimize ve isteklerimize ulaştıracak olan, zaten sahip olduğumuz özelliklerimizdir.
Olmayan değil, sahip olduğumuz özelliklere odaklanarak ve kendimizi yalnızca kendimizle kıyaslayarak tamamlanabiliriz.
Tutan ellerimiz, yürüyen ayaklarımız, işiten kulaklarımız, hisseden bir kalbimiz, düşünen ve akleden bir zihnimiz, gören gözlerimiz var.
Sahip olduklarımızı görmezden gelip hep daha fazlasını istemek bizi “99 Kulübü”ne sokar. Ve bu kulüpte asla tamamlanma yoktur. Asla huzur yoktur. Asla gerçek bir mutluluk yoktur.
Çünkü aradığımız "o bir altın", aslında hep eksik kalacaktır.
Peki, sen elindeki 99 altının keyfini çıkarabiliyor musun yoksa hâlâ o eksik bir altının peşinde mi koşuyorsun?
Bugün bir kâğıt al ve sahip olduklarının listesini çıkar. Sahip olduğun 99 altını yaz. O bir altın için koşturmadan önce, elindekilerin kıymetini gör.
Arif Vural
Danışman - Yazar