Müslüm Üzülmez
“Duyulmaz sesi şarabın içmek için doldurduğunda bardağa Gizli bir ses ulaşır gönülle her dem, ondandır bulanık olduğu.” -Mela Ahmedê Cizîrî Köşe yazarları genellikle görüş ve düşüncelerini ve bazen de eleştiri ve önerilerini kendilerine ayrılan köşelerinde dile getirirler, ama duygularından çok az söz ederler. Nedenini bilmiyorum, ama bence yazmak lazım.
Bu niyetle bu yazımda anlık duygulanmalarım sonrasında şiirin bende oluşturduğu güzelimsi etkiyi, biraz anlatmaya çalışacağım.
Hani bazı zamanlar olur ya, insan ruhunun derinliklerinde fırtınalar eser, anılar depreşir sızlar sol yanı. İşte, şu anki, yani bu yazıyı yazarken, mevcut durumum tam da böyle. Ben, böylesi zamanlarımda bazıları yüreğimi kanatsa da genellikle şiire sığınırım. Ve şiir, sığınağım olur.
Şiiri oldum olası hep sevmişimdir, bazen arada bir yazarım da. Yazdıklarımı bir tarafa bırakalım şimdi, daha çok ustaların yazdıklarını severim. Hele bir de işin erbabı yoldaşım Hüsnü Güzel (1944-2014) gibi güzel okuyucular şiirlerin hakkını vererek okudukları zaman ruhumu tutsak eden kafesin kapısı aralanır, duygu ve düşüncelerim kanatlanarak mavi gökyüzünde göçmen kuşlara yoldaşlık eder: Çünkü “ben hep yollar düşledim/ derin yollarda yürürken”.
Hilmi Yavuz, Hüzün Ki En Çok Yakışandır Bize adlı eserinde, bir yerde şiir hakkında şunları söyler: “şiirler, akşamın içyüzü/ neler söyler, neler onlar, öyle ki”…
Hasret yüklü bulutlar gibi durmadan gelip geçiyor mevsimler. Bak, geldi işte hüzün ayı, doğa ananın evlatları ağaçların yeniden doğmak için yapraklarını sarartıp dökmeye başladıkları o hülyalı Eylül ayı. Şimdi önümüzde mevsim olarak somurtkan haşmetli kış duruyor. Günler de sanki Dicle’nin suyu, akıp gidiyor. Zamanın bu akışına paralel sessizce ben de yaş olarak sonbaharımdan kışıma gireceğim. Kritik eşikteyim. Biliyorum, nasıl sonbahar hüzün ise, kışta çıplak bir gerçekliktir ve ondan kaçış da mümkün değildir. Kış ki, “bütün çiçeklenmenin ve yeşermenin sonudur.” Ah… Yorgun kalem burada böyle bunları ardı ardına sıralayınca mesafe hemen aradan kalktı ve geçmiş günlerim hayâlimde canlanıp içimden rakı içmek geldi “öksüz doyuran” bardaklarda, ama rakıdan vazgeçelim şimdi demlenmiş sözcüklerden şiir süzelim.
Çünkü “kayboldum akarsudan sözlerde/ aktıkça yıpranan şiirlerde”. Bu yazımda sadece ve sadece şiir olacak bu nedenle. Ne politikadan, ne tarihten, ne bilimden, ne felsefeden ve ne de matematikten söz edeceğim. Sevdiğim bir şiiri, “emek ve kavga şairi” Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Bütün Şiirler 7/ Koçero Vatan Şiiri kitabında yer alan “Akarsuya Bırakılan Mektup” şiirini sizlerle paylaşacağım.
Ne yapayım, zengin kesesindekini derviş gönlündekini verir. Şiir de benim gönül zenginliğim olduğu için, derviş misali gönlümdekini veriyorum saygıyla. Buyurun, işte bahsini ettiğim şiir:
AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP
İncecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım kurudu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da birşeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Alıntılar:
1. Mela Ahmedê Cizîrî, Dîvan, (Çev. Osman Tunç), Nûbihar Yayınları, 2009, İstanbul, s.39.
2. Hilmi Yavuz, Hüzün Ki En Çok Yakışandır Bize/ Toplu Şiirler, Can Yayınları, 1989, İstanbul, s. 215, 269, 272.
3. Hasan Hüseyin Korkmazgil, Bütün Şiirleri 7/ Koçero Vatan Şiiri, Bilgi Yayınevi, 5. Basım, 1998, İstanbul, s.118.