Hepimiz aynı cümleyi söylüyoruz:
“Zaman yetmiyor.”
İşler bitmiyor, yapılacaklar artıyor, hayat hızlanıyor.
Ama durup düşünelim: Gerçekten zaman mı yetmiyor, yoksa biz mi kendimizi yönetemiyoruz?
Zaman Uzarsa, İnsan Daralır
Bir gün 40 saat olsaydı…
Gerçekten daha üretken mi olurduk, yoksa daha uzun bir kaosun içinde kaybolur muyduk?
Herkesin günü 24 saat. Dünyadaki herkes aynı süreye sahip. Ama kimimiz bu 24 saatte dünyalar kurarken, kimimiz sürekli “Vakit yetmiyor.” diyoruz.
Demek ki mesele sürede değil, bilinçte.
Zamanın uzunluğu değil, onu neyle doldurduğumuz belirliyor yaşamın kalitesini.
Çünkü zaman uzadığında hayat kolaylaşmaz; anlam kaybolduğunda, uzayan her dakika yalnızca bir yüke dönüşür.
Zamanı Değil, Kendimizi Yönetmeliyiz
Zamanı yönetmeye çalışıyoruz ama aslında yönetilen biziz. Zaman kimsenin elinde değildir; o akar, gider. Yönetebildiğimiz tek şey; enerjimiz, odağımız ve önceliklerimizdir.
Bir gün 40 saat olsaydı bile, kendini geliştiren yine gelişmeye devam ederdi. Ama “Vaktim yok.” diyenler, sadece 16 saat daha fazla oyalanma hakkı kazanırdı.
Sorun “Zaman yetmiyor.” değil; önceliklerimizin yanlış olmasıdır.
Kendini geliştirmeyen, okumayan, merak etmeyen, her gün aynı şeyleri tekrar eden ve heybesini doldurmayan biri için zaman ne kadar uzasa da, anlam hep kısa kalır.
Dikkat Süresi: Modern İnsanlığın Görünmez Eşiği
Günümüzde bir gün 24 saatken bile dikkat süremiz kısalıyor.
2000’li yılların başında ortalama bir insan bir işe 12 saniye odaklanabiliyordu.
2013’te bu süre 8 saniyeye, 2024 itibarıyla ise ekran başında tek bir işe odaklanma süresi ortalama 47 saniyelik mikro bölünmelere dönüşmüş durumda.
Evet, yalnızca 47 saniye!
Bir dakikanın bile tamamına ulaşamadan beyin yeni bir uyarıcıya geçiyor.
Bir bildirim sesi, bir mesaj, bir reklam, bir düşünce…
Her biri zihnimizi bölüyor ve her bölünmede biraz daha yüzeyselleşiyoruz.
Bugünkü veriler, dikkatimizi ne kadar etkin kullanabildiğimizi de gösteriyor:
Birçok yeni çalışma, modern insanın ortalama 8–15 saniye gibi kısa bir süreyle odaklanabildiğini ortaya koyuyor. Ve evet, bu süre her geçen yıl azalıyor.
Eğer bir gün 40 saat olsaydı bile, bu dikkatin otomatik olarak artacağı anlamına gelmezdi. Tam tersine, daha uzun gün, daha çok dış uyarıcı, daha düşük odak süresi demek olurdu. Bu nedenle, bir gün 40 saat olsaydı, insanın dikkat süresi yaklaşık 30 saniyeye düşerdi.
Yani zaman uzasa da dikkat daralır, derinlik kaybolur.
Çünkü beyin saate göre değil, enerjiye göre çalışır.
Zamanım Yok Bahane mi, Konforunu Bozmama Gayreti mi?
“Zamanım yok.”
Modern çağın en kibar bahanesi bu. Oysa çoğu zaman bu cümlenin altındaki gerçek şudur:
“Konfor alanımdan çıkmak istemiyorum.”
Yeni bir şey öğrenmek, farklı bir alışkanlık kazanmak, kendini dönüştürmek çaba ister. Ancak büyüme tam da o çabanın içindedir.
Kendini geliştiren, okuyan, düşünen, deneyimlerinin üzerine bilgi koyan insanlar zamanı değil, kendilerini büyütürler.
Ve kendini yöneten bir insan için zaman zaten yeterlidir.
Çünkü o, zamanı değil, anlamı yönetir.
Doğa Bize Ne Söylerdi?
Bir gün 40 saat olsaydı, güneş daha uzun doğar, gece daha geç biterdi.
Bitkiler şaşırır, hayvanlar yönünü kaybeder, dünyanın dengesi sarsılırdı.
Çünkü doğa, süreye değil, ritme göre yaşar. Biz insanlar ise ritmimizi kaybettik.
Zamanı uzatmaya çalışırken, yaşamın dengesini unuttuk.
Oysa doğa her gün sessizce fısıldıyor:
“Zamanı değil, ritmini koru. Çünkü yaşam süreden değil, uyumdan doğar.”
Son Söz
Bir gün 40 saat olsaydı,
zamanı iyi yöneten insanlar yine üretmeye, paylaşmaya, geliştirmeye devam ederdi. Ama kendini oyalayanlar, sadece daha uzun süre ertelemiş olurlardı.
Zaman seni yönetiyorsa, gün kaç saat olursa olsun yetmez. Ama sen zamanı yönetiyorsan, bir dakika bile ömre değer olur.
Hatırlamamız Gereken Gerçek:
“Zaman uzadığında insan özgürleşmez.
Farkındalığı olmayan için uzun gün, sadece uzun bir kayboluştur.”
Arif VURAL
Eğitmen - ✍️