İhanetin mezarı olsaydı yeryüzü mezarlardan geçilmezdi. Yaşamımız boyunca nice ihanetler gördük. Af etsek bile o, anlar bazen geliyor burnumuzu sızlatır. Ah keşkem ihanet olmasaydı ve insanlar hep birbiriyle dost ve samimi olsalardı.
Nerede olursan ol anılar, yaşanmışlıklar, mazi senin peşini bırakmıyor. İşte olsa dinlence, tatilde olsa olaylar beynini ister istemez kemiriyor. Kahrolmamak elde değil. Arkadaş dediğin ve onun için nice badirelere katlandığın birisi tarafından yapılan ihanet, “yazıklar olsun” dedirtiyor insana. “Ah keşkem yaptıklarım” deyip insanlar hayıflanıyor. Sonra “boş ver” deyip geçiştiriyor insan...
Yaşananlar insanda gerilim yaratmaması mümkün değil. Bu gerilimin üstüne bir de gerçekleri yazıp paylaşmanın verdiği sıkıntı ayrıca insanı kahrediyor. Bu dünyaya gelişinin sebebini bilmeyenlerin düşünceleri çıkar amacını taşır. Etik değerlerle kendini hasbıhal ettirmeyenler daima yalnızlığa düşerler.
Hani biz “arkadaş” deriz ya! Halkımız arasında o kelime “arka taş” yakıştırması yapılır. Düşmandan kendini korursun ama “arka taştan” korunmak kimsenin aklına gelmez. En büyük tehlike arkadan gelendir. İşte bu da arkadan gelen taştır. Demesinin sözü ister istemez düşündürüyor insanı. Bir fıkra anlatılır. Garibanın biri askere gider. Komutan sorar; “evladım düşman arkadan gelse ne yaparsın? O da “çeker vururum” der. Komutan tekrar sorar ya yandan gelirse; “o da sağa sola döner vururum” der. Komutan tekrar döner askere sorar. “Ya arkadan gelirse” asker hemen cevap verir. “komutanım bütün düşmanlar bana mı gelecek? İşte bize de gelen düşman arkadan gelendir.
Bunu niçin anlattım. Onu sizinle paylaşayım. Gençlik yıllarında devrimci diye adlandırdığımız mücadelenin içindeydik. İş çıkar konusuna gelince bunları farklı yerlerde görürdük. O gün bu gündür iyiye yorumlasa da kötüden büyük ders aldık.
Oturduğumuz bir park vardı. Devrimci dediklerim hepsi orada toplanırdı. Ben çalışan biriydim. Cebimde daima param vardı. Kahvede oturur çay simit yerdim. Masadan kalkan kulağıma “üzerimde para yok çay paralarını versen” deyip giderlerdi. Bu birkaç kez birkaç gün devam etti. Bir gün kahvenin garsonu “dikkat ediyorum sen bunların hep çay parasını veriyorsun, onlarda gidip lokantada kebap yiyorlar” deyince, bir gün onların peşinden bende lokantaya gittim. Başlarına kaldırıp bakmadılar bile… Ama ben onlara yanaşıp “afiyet olsun” dedim. Daha da çay paralarını vermedim. “Aldatanlar kendilerini aldatırlar.”
Yine bir olay zorlu kavgalar sonucu okulu bitirmiş atamalar için Ankara’ya gitmeye gün sayıyoruz. Bir gün iki arkadaşı bir arzuhalcının başında bazı evraklar yaparken gördüm. Adettendir “hayrola” diye sordum. Kısaca beni geçiştirdiler. “Bir arkadaşın işi var onunla uğraşıyoruz” deyince bende umursamayıp geçtim.
Sonradan öğrendim ki “eş durumundan” atama yapılması için kimisi eşini terzi, kimisi bakkal kısaca çalışan kadın göstermiş. Bunu benden gizlemişlerdi. Ben bunları atama sırasında öğrendim. Bu işi bilip öğrenmediğim için kendimi kahrettim. Meğer biri “bunu gizli yapın. Kimse bilmesin çok eş durumundan giderse iptal edebilirlermiş.” Bu ihanetin ta kendisiydi. İş kişisel çıkara gelince nasılda ötelenmiştim. Bunların tayinleri direk Urfa’ya yapıldı. Bizim atamamız “kuş uçmaz kervan geçmez” yerlere yapıldı. Vazife kutsaldır, ancak bir başıma olsam ne ise evli barklı olmanın büyük zorluğu vardı.
Uzatmayayım o insanları şimdi sokakta pazarda görünce tiksintiyle bakıyorum. Yine de insanlığın erdemiyle donatılmış olmamdan bunu belli etmeme gayreti içine giriyorum. Suç düşüncelerin, fikirlerin değil onların kişisel çıkarlar için ihanet içinde olmalarıdır.
Sonrasını sormayın. Bu tatilde bu yaşanmış anılar gelip yüreğimize oturması benim bunu sizlerle paylaşmama neden oldu. Acılar gerçek olduğu için vardırlar. Biz bu acılarla yaşamanın direnmek olduğuna inanarak hala kalemizle, doğruları, inancımızın gerçeklerini, edebi, hak ve özgürlükleri yaşama örnek olsun diye yazıyoruz. Onlar o gün öğretmen olmanın hevesiyle kişiliklerindeki çürümeyle kendilerini ele verdiler. Hala aynı çürümüşlük içinde yaşamlarını sürdürmekte olmaları öğretmen olmaları adına üzülüyorum. Öğretmen hayatın her alanında daima öğretmen olmalıdırlar. Çok sıkıntılara maruz kaldık, Darbeler yaşadık, büyük badireler atlattık ama arkadaş dediklerimizin ihanetini unutmadık. İdeallerine ihanet edenler çürümüşlük içinde yitip gideceklerdir.
İşte hayat bu her insana güvenmeyeceksin. Bir gün arkadan bir taş gelir. İşte ben “arka taşlardan” çok çektim, diyorsam boşuna değil...