Yazıya atacağım başlığı çok düşündüm, ancak bundan daha uygun düşecek, onu en iyi şekilde bu kelimeler ifade eder, diyerek yazmaya başladım. “Ahde vefa” diye bir olguyu yaşatmalıyız ki acılar paylaşıldıkça azalsın. Ben o ailenin acısını gönülden paylaşıyorum. Yılların eskitemediği kadim bir dostluğumuz vardı. Fani denilen dünyada ölüm akıbet kaçınılmaz bir sondur, bilmemize rağmen sarsıyor insanı derinden.
“Değerli adama yazık” söylemi ruhumun derinliğine işlemediğinden “Heyfa Peyê çê” dedim. Kadim dostum İsa, bir çınar misali direnmiş yakalandığı müzmin bir hastalığı yenmesini başarmıştı. Tedavi olduğu sıralarda telefonla zaman zaman görüştük. Aylarca direndi… Onun beyninde “direnmek yaşamaktı” ve inadına yaşadı… Pembe teni solgun bir renk alsa da o hazan mevsiminin hüznü bile onun umutlarına gem vuramıyordu.
İsa’nın yaşamına gelince, samimi, işinde başarılı, nezaketin hoşgörünün timsaliydi. Çok okuyan olayları bilinçli bir şekilde yorumlamasını bilen biriydi. Hafızasıyla yaşanmış olayların canlı tanığıydı. Okuduklarını insanın ufkuna huzme düşürecek, geleceği şenlendirme adına yön verirdi erdemli sözleriyle… Toplumsal yaşam içinde büyük hizmetler vermiş, insanlık erdemini güzelliklerini, simgelerini özünde taşıyordu. Sosyal demokrasiyi özümsemiş bunu çevresine ve ailesine en iyi yansıtan bir şahsiyetti.
Doğumun müjdesi sevindirici, ölümün ki kara haber üzüntü verici. Doğum ne kadar ferahlatıcı ise ölüm yüreklere düşen bir köz ateştir. Dünya bizimle vardır bizimle de sonlanır. “Bütün nefisler ölümü tadacaktır” ayeti ile bu gerçeğin farkındayız. İnsan mutlaka sığınacak bir yer arıyor, rahatlamak için… Ama bazı ölümlerin zamansız gelmesi der demez insana “neden” sorusu ve “acısı” düşüyor yüreklere… Bana göre zamansız desek de takdiri ilahi demekten başka çaremiz yok!
Tedaviden yeni çıkmış ve Urfa’ya gelmişti. İlk işi yanıma uğramıştı. Sohbet arasında doktor ona “derdinizi, yaşadıklarınızı en yakın arkadaşınıza anlatın ki huzur bulasınız.” Söyleminden hareketle yaşadıklarını anlattı. Ben o zaman şunu demiştim. “Demek ki ya paran olacak ya sahibin olacak yoksa sedyede kalırsın.”
Bu kez kara haber tez ulaştı. Ölümün affetmeyen kolları İsa Öncel’i sarmıştı, hem de bırakmamak üzere… Ölümünü duyunca biraz duraksadım. Her ölüm insanda ayrı bir etki yapar. Gözlerim bulutlandı, hançereme bir ağıt çökünce onun için kızı Newroz’un telefonunu kapattım. Hem yediğim darbe hem onun ağıtlı sesi beni bitirdi. Kendimi dinledim, uzaklara daldım teselli aradım. O ki en onulmaz hastalığı yenmiş ama her yıl gittiği tatil beldesinde düşmüş ve daha kalkamamıştı. Hepimiz aynı yolun yolcusu olduğumuzu bilmemize rağmen ister istemez sorular düğümlenir boğazımızda…
Her ölüm bana ayrı bir acı verir. Yaşlı birinin gidişi bir kültür kaybıdır. Bir gencin gidişi gelecektir. Olgun bir insanın ölümü günümüzün hafızasının yitimidir. İsa Öncel günümüzün hafızasıydı, büyük bir kayıp!
Düşündüm, taşındım azda olsa İsa’yı anlatacak bir yazı yazmalıyım. Onun farklı özellik ve güzellikleri ile ayrı, apayrı bir konumu vardı. Kültür birikimiyle, insanlığa hizmetiyle özellikli biriydi. Anadiline, kültürüne büyük önem verirdi. Yurtseverlik onun ruhundaydı.
Yüreğinde bir gelecek, beyninde fırtınalar esiyordu. Bilgi ve birikimiyle dâhiyane düşünceler içeriyordu. Tedavi süreci onun çevreyle bağlarını kesmek zorunda bırakmıştı. Bu bir mecburiyetti. Ama kitaplardan hiç kopmamıştı.
Arzuları, emelleri vardı. İşte o da gerçeklerin arayışın da hiç umut kaybetmeyen bir insandı. Onun en büyük arzusu çocuklarına iyi bir gelecek olumlu bir yaşam sağlamaktı. Onu da en iyi şekilde ifa etti. Kimi zaman geçmişi konuştuğumuzda; “haksızlıklara, zulüm ve baskılara karşı olmak insanlığın özündedir. Adaletli olmak hakkı bilmek erdemdir. Toplum nedense bu değerleri yitirmiş. Sistem bizleri kullanıyor işi bitince bir kenara atıyor. Farkında olsak ne yazar. Çark döndükçe bizleri, ardından çocuklarımızı aynı çarkta evrilir çevrilir.”
Benim çeşitli konularda araştırma ve incelemelerime sevinir, mutlaka imzalı kitabımı alır kitaplığına koyardı. Okuduğunu kitapta görmek istediğini bana sıralardı. Ufkuma huzme düşürürdü dersem yeridir. Bu corona belası bizi yurdumuzdan, yuvamızdan etti. Taziyelere gidemez olduk. İnsanlığın erdemlerinden yoksun kaldık. Ancak bu yazıyla İsa Öncel için yüreğimden gelenleri böylece sıraladım. Ailesinin acısını paylaşma çabasındayım.
Güzel günleri yâd ederek o tatlı sohbetleri dostlar arasında İsa Öncel’i hep anacağız. “Gök kubbede hoş bir seda olarak hep anılacak” ruhun şad olsun, mekânın cennet, ümitlerin bize ışık olsun…