Bu başlık bir kitap ismi… Kitabın yazarı Ahmet Öztürk. Kendisini tanımıyorum. Bir dost vasıtasıyla kitabı elime ulaştı. Kitabın arkasındaki not önemli; “Hediyedir para ile satılmaz” Ahmet Öztürk kimdir, derseniz; merakınızı gidereyim. 1964 Urfa-Siverek doğumlu… On yaşında ilkokula başlamış. 3. Sınıfı yarıda bırakarak medreseye devam etmiş. Medrese eğitimini sürdürürken yarıda bıraktığı ilkokulu, daha sonra ortaokulu ve ardından İmam Hatip lisesini dışarıdan bitirmiş.

Müezzinlik, ardından imamlık sınavını kazanarak yıllarca bu görevini sürdürmüş. Din ilmi alanında çalışmalarını sürdürmüş ve ma’lulen emekli olmuş. O boş durmamış yaptığı ticareti değil de, beşi şiir kitabı olmak üzere on iki kitap çalışması ile kendi gerçeğini ortaya koymuş olması takdir edilir. Şairin ve yazarın bu kitap dışında okuduğum bir kitabı olmadı. Onun bu çalışmasını sizlerle paylaşmak anlamında önemli buldum.

Her insanın hayatında derin iz bırakanlar vardır. Bıraktığı izden dolayı zaman zaman ahde vefa anlamında onları yâd etmeden insanın gönlü el vermiyor. İşte Ahmet Öztürk hoca ithaf bölümünde, üzerinde ödenmez emeği olduğunu söylediği hocası Bedirhan Beyazşahin’i sevgiyle hürmetle anarak bir nevi vefa borcunu yerine getirmektedir. Bedirhan ismi özellikle Kürtlerde Bedirhanlara izafeten verilen bir isimdir. Hangi yönüyle etkilediği belli değil…

Ve hepimizin minnet borçlu olduğumuz ve emeğini ödemeyeceğimiz onun rızası ancak “cennetin onun ayakları altında olduğunu” bildiğimiz annelerimizi o da unutmamış manevi hatırası karşısında saygıyla eğildiği o birkaç kelimeyle en azında yüreğindeki minnet borcunu ifa etmesi ve not düşmesi elbette takdir edilir. 

Ahmet hoca, kitabın önsözünde yaptığı bir tespitin önemine dikkatinizi çekmek istiyorum. “Yarım doktor candan, yarım hoca adamı imandan eder” diye söyleriz ya! Onun izahatı hayli önemli. “İçinde yaşadığımız zaman dilimi, tüm zamanlardan farklı bir durum arz etmektedir. Toplumdaki bireyler kendi durumlarının farkında olmadan üzerine vazife olmayan konular hakkında bilgisizce ahkâm kesmektedir.”

Önsözün başka bir yerinde bu konudaki düşüncelerine daha da netlik kazandırmaktadır. “İnsanlar üzerine vazife olmayan konularda mahir kesilmekte, vazifesi olan hususlarda ise konumundan bihaber ömrü tüketmektedir.” İşte bu nedenle diyorum. Herkes edindiği yarım bilgiyle insanları aldatmakt, kendi üzerine vazife olmayan konularda ahkâm kesmesi tespitine katılmamak mümkün değil. Bir yandan dine bağlılığını göstereceksin sonra  ekonomik anlamda faydasına binaen bir yerlere yamanmanın bir bilinç kırılması olduğunu bilmeyeceksin... İnancına sadık davranmak ve üzerine düşeni yapmak...

Kitap 279 sayfadan oluşmakta. On dört önemli başlık altında yazılarını sıralamış. Kendine has, üslup ve tarzıyla dini konulara yeni ve farklı örneklerle okuyanın özümseyeceği bir içerikli izah etmiş.  Belki bu konuları defalarca dinlemişsiniz. Ancak onun yorumuyla ve bir başucu kitabı olması anlamında elinizin altında olması önemli.

Kitabın her sayfası örnek alınacak nitelikte. Ancak ben kısa bazı alıntılar yaptım. Kitabın Efkar-ı Küfür başlığı altında yazdığı yazının 43. Sayfasında “Namaz kılıp, namaz sonrası Allah’a savaş açmış sisteme dua etmek İslami bir düşünce değildir. Bu dini kendi kafamıza göre yorumlamak olur ki bizim böyle bir salahiyetimiz ve şansımız olamaz. Hakkı hak sahibine vermemiz gerekir.” Bir yandan kabul ettikleri, diğer yanda aklını başka bir bağlamda kullanması… Algılar ve çelişkiler yerine dosdoğru olmak…

Aynı bölümün 47. Sayfasında; “burada bizim birilerine taş attığımızı birilerini tekfir ettiğimizi düşünmeyiniz. Biz dinin ve İslam’ın unutulduğu, düşüncelerin dejenere edildiği kavramların anlaşılmadığı, fikirlerin dumura uğradığı, köhne ve tehlikeli zamanda diliminde Müslümanlara olası tehlikeleri haber vermek ‘emri bir maruf nehyi anil münker i'(İyiliği emretmek ve kötülükten men etmek) ifa etmek için bunları söyledik.

“Duada dil ile yetinmeyeceğini kavli duamızla beraber eylemsel duamızı da yapmalıyız.” Bu tespiti fazlasıyla önemli… Çünkü kendi dilinle yapmadığın, anlamadığın duaya ”amin” desen dahi ne kadar samimi olunur. İşte duayı eyleme dökerken en azında toplumun anlayacağı bir dille söylemesidir. Kendi dilimizle niyet edip namaza kalkıyoruz, bu Allaha karşı suç değildi, duaları aleni kendi dilimizle yapmak neden suç ve siyasi olsun.

İşte Ahmet Öztürk hoca bu konuya dikkat çekmektedir.  “Ve iyyake Nestein” (Ancak senden yardım dileriz.)bölümünde izahatlarda bulunurken önemli bir konuya dikkat çekmektedir. “Dik duruşlu mümince bir tavır içinde olmalıyız. Aksi takdirde duamız yüzümüze savrulacaktır. Acayip kişiliğimiz ve ruh hali içinde olarak yaptığımız duaya kendimiz inanmazken Allah katında kabul olmasını beklemek biraz komik oluvermektedir.”

Efkar; düşünce

Tekfir; kafir sayma

Kavil; kabul olunacağını ümit ederek dil ile gönülden dua.