Ben bir şehirliydim, mahallemizde yaşayın diğer yüzlerce çocuk gibi. Ancak yaşantımız köyden pek de farklı değildi. Evlerin çocuğu kerpiç ve moloz taştan, atık sular sokak ortalarında açıktan akıyordu… Evlerimizin etrafı bahçe, bağ, fıstıklıktı. Mevsimlere göre bunlardan payımıza düşeni çeşitli şekilde elde ederdik… Sabahtan akşama kadar o sokaklarda, açık alanlarda koşar, zıplar yorulmak nedir bilmezdik.
İpi azdı, eksikti, ama kendi ellerimizle yaptığımız bir uçurtmamız vardı. Katığımız yoktu, ama ekmeğimiz vardı. Bir yerleri delik naylon ayakkabılarımızdan ayaklarımız ıslanmasına rağmen hiç umursamazdık. Karda kışta at kuyruğundan tuzaklar kurup bir minik sığırcık kuşu ya da bir serçe yakalama çabasına girerdik. Kışın soğuğunun morarttığı ellerimizi titreyen nefesimizle üfler, koltuk altlarımızda saklardık.
Ama çocukça yaşantımıza diyecek bir şey yoktu. Bağlar, bahçeler, yeşil kıraçlar, kır gezileri, dağ tırmanışları, oyunlarımıza, eğlencelerimize doyum olmazdı. Oyunlara doymadığımız gibi arkadaşlardan ayrılmaya gönlümüz razı olmazdı. Onun için eski arkadaşlıklar hep sitayişle anılır. Bugünkü ilişkiler pamuk ipliğiyle bağlı, ufak bir suratla kopar gider… Şehrin tüm nimetlerinden; alt yapı ve üst yapı çalışmalarından mahrumduk. Evlerimizde kuyu suyu içilirdi. Musluk diye bir şey bilmezdik. Kanalizasyon yerine fosseptik çukurlar açılırdı. Mahallemizin elektrikle tanıştığı günler yeni bir çağın açılması gibiydi…
Sonraları şehirli olmanın nimetleri geldikçe, köylülerin şehre gelmesiyle gecekondulaşma arttıkça çevremiz kirleniyordu. Bu kirlilik oluşumu, hava şartları, eğitimsiz insanlar, belediyenin yetersiz hizmetleri, mevsimsel yaşam faktörleri ile birlikte büyüdükçe çevremiz kirleniyordu. Her köşe başı birer çöplüğe dönüşmüştü. Zaten köylülüğün gereği evlerde ki hayvan besiciliği yeterince kirliliğe sebepti. Doktor nedir bilmezdik. İlkel yöntemlerle tedavi şekilleri sürmekteydi.
Yıllar geçti eğitim, öğretim derken kendimizi hep yeniledik. Okudukça okula gidip geldikçe şehirle içselleşiyorduk… Amansız göç her şekliyle şehri önüne katıp götürmekteydi. Eski çocukluk, mutlu oyunlar kalmamıştı. Plansız, programsız çok katlı binalar alıp gidiyordu başını… Biz büyümüştük sıra diğer çocuklardaydı…Şehrin daracık sokaklarında yeterince oynamaya doyamayan çocuklar bu kez apartmanlara hapsediliyorlardı. Çocuk balkonda “düştü, ha düşecek,” her gün yeni bir balkona demir kafesler geriliyordu…Evler ki birer açık hapishaneyle özdeş.
Kendi zekâ gücüyle oyun yaratma becerisini elde eden çocuk, kapalı kapılar ardında zararlı oyuncaklarla gününü geçirmek zorunda kalıyor. Memleketin şartları nedeniyle kadınlar yeterince parklarda faydalanmıyorlar. Hızla artan nüfus büyüyen mahalleler ve devleşen şehir çocukların oyun alanlarını yutmuş. Sokak araları kaldırım kenarları caddeler tehlikelere rağmen çocukların oyun alanı haline gelmiş.
Böyle şehirleri düşünün ve bu şehirlerde yaşayan çocukları… Çevre katliamı yapılarak bu çocuklar apartman dairelerine hapsedilmekte.... Hiç kimse onlara temiz bir çevre, yeşil bir yaşam, özgür alanlar, havasıyla doğasıyla bir dünya düşünmüyor… Beton örme binaların duldasında çocuklara küçücük parklardaki demir yığınlarıyla baş başa bırakılmışlardır. Ağaçsız, bahçesiz, çiçeksiz, çimensiz parklar, sokaklar caddeler… Gökyüzü göstermelik, gözler yıldızlara hasret bir yaşam ve bu yaşama mecbur edilen çocuklar …
Bu kadar şehri büyüten çevreyi katleden büyükler vebal altında olduğunu bilmelidirler. Savaş da, batacak gemi de, deprem de, sel felaketlerin de öncelikle kurtarılması gereken çocukların zihinleri körletilirken elbet bunda birilerinin çıkarı vardır. Bu çocukların gücü yetmediği, çocukları şekerlerle çikolatalarla aldatan babalardı, büyüklerdi.
Çocuklar maddi ve manevi kirlenmeyle yüz yüze bırakılmakta. Sokaklar, meydanlar çocukların beyinlerine bıraktığı kirliliğin farkında değiliz. Para kazanma adına çocukluklarını unutmuş, duygularını ve ihtiyaçlarını cevapsız bıraktığımız gibi kendimize göre hep şekillendirme çabasındayız. Ben yıllar önce kenar mahalle köylülüğümle şimdiki modern çocuk yaşantısını karşılaştırıyorum, şimdiki çocuk mutsuzdur ve bu şehir bu yaşam bu günün çocukları için büyük bir talihsizliktir. Ayakları toprağa, gözleri yeşile elleri bir uğraşa, taşı kavramaya, toprağı avuçlamaya, özgürce ağaçta sallanmaya hasret…
Çocuklar geleceğimizdir diyoruz da ne yapıyoruz.? Gözümüze gülen gözlerini hayat fışkıran bakışlarını iyiye güzele yönlendirmemiz gerekir. Onun için ben hep eğitim-öğretim diyorum. Büyüklerden istekler bitmez ama yöneticiler unutmasınlar ki çocukların mutlu olabilmesi için geniş ve yeşil alanlara ihtiyaç vardır.