Soğuğun soğuğu yürek ateşini dindiremez. Yangın, zalimin gücü, güçsüzün hüsranıdır. Bir kez ateş düşmeyi görsün, acısı her insan olanın yüreğinde alev alevdir. Çocuklar işe değil; okula diyoruz, sonra da çocukların başına gelenlere bakınız. Yıkılan, yangın yerine dönen yurtlar ve nefret edilen çirkin davranışlar…
Kaç gündür izliyorum, yangın ve ölüm dolu haberleri. Vakit gece ortasına doğru yüreğimin sesini, elemini dökmek için aldım kalemi elime. “Hazine dolusu bir servetten daha değerli bir şey varsa, o da iyi bir çocuk yetiştirmektir” diyenlerin bu sözüne karşı, yetiştirilen çocukların başına gelen ibretlik olaylar nasıl da bizleri kahrediyor... Yangın yerine düşen yüreklerin hali nicedir, ne gözle görülür ne birkaç kelime yeter o hüsranı anlatmaya…Konuşsunlar en iyi yapılan şey konuşmak. Bizleri aldatmak için yetiyor bu konuşmalar. Neler yaşandı, neleri unutmadık ki…
Okudukça, izledikçe içim kararıyor. O haberler öncesi üç-dört kanalda “kimin eli kimin cebinde” belli olmayan programlar. Bakıyorum Türkiye’nin haline; “Edebi edepsizlerden öğrenmek” için izlemek, doğruyu, yanlışı, gerçeği, yalanı göremek adına… İşte o programları izledikçe insanı nefret ettiren ve nasıl bir aile yapısından geldikleri belli olmayanların hal ve tavırları. Anne ve babaların çocukları ile gurur duydukları evlilik programları…Artık öyle olmuş ki katılımcılar rol yapmada artislere herbiri on çeker. Birileri yangın yerinde küllenirken birileri reyting kırma peşinde…
Haberler sonrası dizi üstüne dizi, izleyin bizi dercesine, kanallar dolu dolu, herkes kaybetmiş yolunu... Haberleri izlemek hepimizin dünyada ve ülkedeki yaşanan olaylardan haberdar olmamız içindir. Tartışma programları hepimizi yakından ilgilendirir. Ancak programlar “havanda su döğmekten” başka bir işe yaramıyor. Sadece hala gerçeği konuşan yürekli insanların varlığından haberdar oluyoruz.
Aslında şunu düşünseler yeter! Neden şu ölüm daha erkenden yoksulların kapısını çalıyor, şu ölümün, fakir çocukları ile “kader” diye hasbihaline hiç mi hiç bunun “ihmal” değilde “kasıt” diyenler çıkmıyor. Birkaç kişi ceza evine düşse ne olur. Bu yurtlar gibi nicesi var, daha önceleri de kaç yurt yandı, kaçı yıkıldı, sonuç, zamanın terekesinde. Bunlara “şehit” deyip ailelerine yardım neyin çaresi, giden can geri gelmiyor. Kurstur, yurttur, medresedir diye denetimlerden mauf bırakıldı mı olacakların sonu budur.
Pencereden bakıyorum. İnceden bir yağmur... Cadde de tek tük insanlar yürüyor. Herkes bir an önce bir yere ulaşma çabasında. Vasıtalar geçiyor son hızla… Siren sesleri bölüyor gecenin karanlığını... Evimizin önünde ki çam ağacında serçeler dallara tünemiş, yarına hazırlıyorlar kendilerini... Mavi güvercinler balkonlarda birer duldaya sığınmış. “Hani nerde” dediğim Yusufcuk kuşu munis haliyle çocukların yasını tutuyormuşçasına kaybettirmiş izini…Çocukların masumiyetiyle özdeş bir hal içinde…
Sıcak bir yatak bulma, minnacık sevinçleri ile alev topuna dönenlerin annelerin, babaların geleceği olan çocuklar. Yarının büyüğü, cumhuriyetin sahiplerinin düştüğü bu hale bakıyorumda! Eğitimin nasıl bir ciddi iş olduğunu hepimiz bilmemize rağmen, eğitimi ne kadar ciddiye aldığımız gerçeği ortada… Sosyal devlet anlayışını, demokrasi ve insan haklarını ülkenin her yanında sözde değil; tüm gerçeğiyle hissettirebiliyorsak ne mutlu…
Öfkeyi hüznü, elemi, kederi, acıyı yaşamıyla buluşturanlar ailelerinin hallerine bakıyorum. Hangi çağın neresindeyiz. Hala soğuğun elleri ayakları morarttığı, terlikle okula gidenlerin yarının büyükleri dediklerimizin ellerine yaşam diye ölümü verdiğimiz çocuklar.
Gökdelenler yükseliyor, viyadükler, köprülür asma, otoyollar uzayıp gidiyor. Lakin hala Aladağlar’da karagözlü ceylanlar, karanlığı; gözleri, düşünceleri ile aydınlatma çabasında iken, ne acı ki bedenleri aytınlatıyor karanlığı…Gülmeyi icat eden çocuklara karşı yaptığımız ihmallerle gülmeyi yangına çevirenlerin halleri nice olacak…
Ülke alev alev, trafik kazaları, kadına şiddet, çete-mafya çatışması, keyif verici dedikleri ölümü pazarlayan maddeler, kız kaçırmalar, hırsızlık ve gasp… “İnsanlar niçin birbirlerini öldürür, nasıl olsa bir gün ölecekler” demeleri çok şeyin ifadesi, anlayana.
Gelin bu ülkenin menfaati, insanlarımızın huzuru ve mutluluğu için servet edinme hırsından vaz geçelim. Partileri pasta bölüşülecek yer olarak görmeyelim. Tek adam olma uğruna ülkenin düştüğü huzursuzluktan kurtaralım. Hani derler ya “kadıya mahkeme mülk değildir.”