Her mahallenin olduğu gibi her sokağın bir dili vardır. Bazen bir şehri anlatırken bir anı, bir dostluk bir arkadaşlık hatta sevgili için o mahalle, o sokak herkes için farklı anlamlar içerir. Bazen bir ağaç altı, bazen bir kuytuluk, bazen bir kuyun başı, her birisi bir başkası için hayıflandığı anlardır.

Onlardan konuşulduğunda sitayişle anar, hafif bir sıcaklık burnunda tüter. O içerde küllenmiş alevlerin son sıcaklığıdır. Bazen sevinçten gözlerin parlar. Yıllar sonra o sokaklarda birisiyle rastlaştığın zaman olanların tarifi mümkün değil.

Bir mahalle ya sokak ismi geçtiğinde herkes orada geçen bir anısını anlatır. O zamanlar bazalt taşından döşenmiş sokakların taşları pırıl pırıldı. Nedenini sormaya gerek yok sanırım. “Herkes evinin önünü süpürürse sokak temizlenmiş olur” şiarından hareketle genç kızlar sabah erkenden çıkar “hayat kapısı” dediğimiz sokağa açılan kapının önünü bir kova su ile yıkardı. Bazen yol gözlenir, sokağın sağına-sola bakınmalar onun için geç kaldığının ifadesiydi. Bir bakışına iki göz görmese kanaviçe bir mendil ve yürekli birinden en güzel ve cesurane bir sözü fısıldar, geçerken.

Sokakları sevmek bir kızı sevmek gibidir. Mahalleyi sevmek bir aileye olan bağlılık ve saygının göstergesidir. Her mahallenin her sokağında çocukluğun acı iz düşümleri, ağıtların yükseldiği ve de oyunların eğlencelerin ses verdiği yerlerdir. Gençliğin, delikanlılığın hoyratlaştığı, aşkların, hasretin nakış nakış yüreklere işlemesine yankıdır o sokaklar. Dövülen her davul, çalınan her zurna bir mutluluğun habercisiydi.

Şimdiki numaralandırılmış sokaklar anılarımızı, kıskançlıklarımızı, sevgilerimizi öfkelerimizi alıp götürmüş. Sokaklar artık bir ceza evi koğuşunu andırmakta. Ev kapıları numaraları bir mahkûmun göğsüne konulan numaralar gibidir. Görmesek de devamlı bizimledir. “Kaç numarada oturuyorsunuz” sorusunu hiç sevmem…

Önceki adı Kerpiç, sonrada burada yaşayanların kimliklerinden dolayı Kürt mahallesi denildi mahallemize. Bu bir tepkinmede olsa sevindiriciydi. İnsanlar kendi mahallesinin ismiyle müsemma olmaktan gururluydular.  Oysa oranın öteden beri ismi orada bulunan kuyudan dolayı “Kuyubaşı”  denilirken heriksinin yerini resmi makamlarla konulan “Onikiler”  ismini aldı. Urfa kurtuluşunda on iki kişinin gösterdiği başarı ve yararlıkların anısının abideleşmesi anlamının gereğiymiş. O ismi neden şimdiye kadar bir mahalleye verilmedi de bizim anıları o isimle silip götürdü.

Alt yapı ve üst yapıdan mahrum, suların sokak ortasından  açıktan aktığı sokaklarda sağlık nedir bilmediğimiz o günlerden  bu günlere gelmenin hayretini yaşıyorum.. O sokaklar ki, sıkıntılarımızın, acılarımızın, sevgi ve sevinçlerimizi bölüştüğümüz yerlerdi. Oyunlarımız, eğlencelerimiz, dostluklarımız hepsi bu sokak ve sokağın açıldığı geniş bahçelerin etrafı olurdu. Her sokağının ucu bir meydana açılırdı. Oyunlarla uğraştığımızda günümüzün nasıl geçtiğini bilmezdik.

Düşüp kalktığımız acı tatlı anılarla boğuştuğumuz o dostluklar kadar o sokakları da bulmak zor.  O sokaklardan şimdi iz toz kalmamış tüm taş evler yıkılmış o incecik sokaklar gittikçe daralmış, daraldıkça dostluklar yerine öfkeyi yakınlaştırmış. Briketler, tuğlalar her tarafı sarmalamış tek katlı evler iki üç katlı beton yığınlarına dönüşmüş.

Komşuluk ilişkileri tüketmiş kendini…Bölüşülen dürümün, komşulara dağıtılan yemek tabakları artık ortalarda görünmüyor. Ne zaman komşuluk ve arkadaşlıkları anarsam mutlaka birini arar hal hatır sorarım. Kimi komşularımız, kiracılarımız yaptıkları yemeklerden “komşuda pişer bize de düşer.” Bunun gibi daha nice söz tüketmiş erdemini…

 Nasıl oldu da bu kadar kısa zamanda değerler erozyona uğradı. İnsanların bakışlarında kin öfke ve hasetlik okunuyor. Hiç unutmam çocuklar tarafından başlatılan kavgalar kimi zaman büyümeden barışla sonuçlandırılırdı. Saygı ve sevgi temel alınırdı. Komşu hakkı her şeyin üstünde tutulurdu. Tüm işler imece usulü yapılır, yardımlaşma bir vazifeydi.

Toplumun hafızasını taşıyanlar birer birer çekilip gidince, etik değerler yitirilmeye başlandı. Kültürü yüklenecek olanlar gün geçtikçe azaldılar. Daha iyi bir yaşam uğruna, servet edinme hırsına Ereng pereng oldu nice aileler. Aş iş derdine düşüp; dağ, ova demeyip kör nafaka boğaz uğruna dağları aştılar, ovalarda ırgat oldular. Doğum ve ölümleri bilinmeden dikilen bir mezarın taşında “adet yerini bulsun” diye bir tarih yazdılar